5 Mayıs 2009 Salı

Atatürk ve Ali Rıza Paşa



Atatürk ve Ali Rıza Paşa

Atatürk ve Ali Rıza Paşa arasında geçen gerçek bir olay.
YIL 1910.

Fransızlar yeni buluşları olan uçağın tanıtımı için tüm uluslardan katılımcı davet eder.

HERKES BÖYLE BIR ICATIN GERÇEKLESMIS OLMASI NEDENIYLE şaşkın ve MERAKLIDIR...

DÖNEMIN OSMANLI HÜKÜMETINE DE KATILIMCI IÇIN HABER gönderilmiş...

HÜKÜMET ICATLARA OLDUKÇA MERAKLI OLAN ALI RIZA PASA YI GÖNDERELIM O MERAKLIDIR DEMISLER...VE DERHAL SARAYA ÇAGIRMISLAR... KENDISINE FRANSIZLARIN BULUSUNDAN BAHSETMISLER VE OSMANLI YI TEMSILENGITMESINI ISTEMISLER...ALI RIZA PASA BU NU BIZ YAPMALIYDIK DEMIS IÇINDEN HAYIFLANARAK...YALNIZ DEMISLER PASA YA DAVET 2 KISILIK YANINA 1 KISI DAHA AL ONU DA SEN BELIRLE DEMISLER...ALI RIZA PASA BIRAZ DÜSÜNMÜS VE BIR DELIKANLI VAR ONU GÖTÜREYIM DEMIS... NEYSE ALI RIZA PASA VE DELIKANLI PARIS'IN YOLUNU TUTMUSLAR...

PARIS'TE OTEL E YERLESMISLER...VE BULUSUN GÖSTERILECEGI GÜN KALABALIK MEYDAN VE PIST HERKES MERAKLABEKLIYOR..DERKEN PILOT HAZIRLIKLARINI YAPIYOR...ÜSTÜNE MONT GIYIYOR BIRDE GÖZLÜK TAKIYOR...UÇAK HAVALANIYOR... PARENDELER TAKLALAR MANEVRALAR MÜTHIS BIR GÖSTERI... PISTE INIYOR... ALKISLAR ARASINDA INIYOR UÇAKTAN...HERKES KISKANÇ AMA SASKIN .... BIR YETKILI BIR GÖNÜLLÜ ISTIYOR..PILOTUN ARKASINDA ONA ESLIK EDEBILECEK CESARETI OLAN..BIZIM DELIKANLI ATILIYOR.. BEN BEN... TAMAM, DENIYOR VE DELIKANLIYA GÖZLÜK VE MONT VERILIYOR...DELIKANLI MONTU GIYIYOR GÖZLÜGÜ TAKIYOR.. KALABALIKTAN SIYRILMAK ÜZERE IKEN ALI RIZA PASA KOLUNDAN TUTUYOR..BOSVER SEN BINME BIRAK BASKASI BINSIN DIYOR...NEDEN DIYE SORUYOR DELIKANLI BIRSEY MI HISSETTINIZ.. YOK, SEN YINE DE BINME EVLAT DIYOR... DERKEN BASKASI BINIYOR UÇAGA..UÇAK HAVALANIYORDELIKANLI ÖFKELI PASA YA ... PARANDELER..MANEVRALAR.. DERKEN UÇAK ALEVTOPUNA DÖNÜYOR VE PISTE ÇAKILIYOR..2 ÖLÜ... DELIKANLI PASAYA BAKIYOR HAYRETLER IÇINDE... PASA MAGRUR VE MUTLU BIR INSANIKURTARDIGI IÇIN...AMA BIR BASKASI ÖLMÜSTÜ.... AMA KURTARDIGI BIR INSAN DEGILDI....BIR ULUSTU...ÇÜNKÜ DELIKANLI MUSTAFA KEMAL ATATÜRK' TÜ....

SUNAY AKIN' DAN

Atatürk ve 19 Rakamı

Atatürk ve 19 Sayısı

1881'de 19. yüzyılın bitimine 19 yıl kala doğmuştur.
Atatürk, Selanik'te doğdu. ( Selanik "سلانيك"sözcüğünün "ebced" hesabıyla değeri 171'dir. 9 x 19 = 171 )

1881, Rumi takvime göre 1297'dir. ( 1 + 2 + 9 + 7 = 19 )

Atatürk'ün nüfus cüzdanı numarası : 993814 ( 19 x 52306 = 993814 )

Atatürk, Harp Okulu'nu 20'nci olarak bitirdi. Subaylardan birisi yabancı olduğu için mezun olan 19 subaydan biri oldu

Atatürk, Harp Akademisi'nin 57'nci dönemine kaydoldu. ( 19 x 3 = 57 )

Atatürk, 19 Nisan 1909'da Hareket Ordusu ile İstanbul'a girdi.

Atatürk, 19 Aralık 1915'te albay oldu.

Atatürk, 19 Mart 1916'da tuğgeneral oldu.

Atatürk, Çanakkale Savaşı'nda 57'nci Alay'ın konutanlığını üstlendi. ( 3 x 19 = 57 )

Sağlığında, İngiliz İmparatorluğu Hükümeti Atatürk' ün doğum gününü tebrik için Türk Hükümeti 'nden sormuş, ATATÜRK 19 Mayıs 1881 (19 x 99)diye yanıtlamış ve kayıtlara böyle geçmiştir.

1900'de (19 x 100) 19 yaşında Harbiye' ye girmiştir.

19 Aralık 1904' de bağımsız düşüncelerinden ötürü yıldız sarayına çağrıldı.

Harp akademisinden aldığı sicil 317-8 dir. 3+1+7+8=19

Atatürk, Samsun'a çıktığında 38 yaşındaydı. ( 19 x 2 = 38 )

Atatürk, Samsun'da 19 gün kaldı.

Atatürk, 4 Temmuz 1919'da Erzurum'a gitti. 19 gün sonra 23 Temmuz'da Erzurum Kongresi'ni topladı.

Atatürk, 4 Eylül 1919 Sivas Kongresi'nden 114 gün sonra 27 Aralık 1919'da Ankara'ya gitti. ( 19 x 6 = 114 )

Atatürk, İstanbul'a toplam 19 kez geldi.

Atatürk'ün Latife Hanım ile olan evliliği 912 gün sürdü. ( 19 x 48 = 912 )

TBMM'nin ilk kütüğündeki sıra numarası 19'dur.

Çanakkale Savaşının zaferle sonuçlanmasında 19' uncu fırka'yı (tümen) kurmuş ve ona komuta etmiştir.

19 Mayıs 1915' de albay oldu.

Mahiyetindeki komutanlara: "Ben size, taarruz edin demiyorum, ölmeyi emrediyorum. Biz ölünceye kadar yerimize başka kuvvetler gelebilir" demişelindeki çok az kuvvetle 19 Mayıs 1915' e kadar oyalama muharebesi ile düşmanı tutmuştur. Düşmanın yine Çanakkale' deki başarısızlıkları sonucunda 10 Aralık 1915'te Gelibolu Yarımadası boşaltılmıştır.

Zor bir duruma düşen 7. Ordu'ya komutan tayin edilen M. Kemal, bir düşman saldırısını seziyor ve hazırlanıyor. Nitekim 19 Eylül sabahı düşman harekete geçiyor, hem de kat kat üstün kuvvetlerle. Sağındaki ve solundaki kuvvetler epeyce kayıp verdikleri halde M. Kemal zamanında aldığı tedbirlerle kayıp vermekten kurtuluyor.

19 Mayıs' ta Samsun' a çıkacak olan Atatürk' ün bindiği vapurda 19 yolcu vardı. 19 Mayıs 1963 tarihli Cumhuriyet gazetesinde Prof. Dr. Tarık ZaferTunaya'nın 19 Mayıs ve ötesi adlı makalesinden.

19 Mayıs 1919' da Samsun'a çıkıyor. Bu tarihte 3 tane 19 rakamı vardır ki Atatürk' ün ömrü de zaten 3 x 19 dur. 19 Mayıs 1919' da 2 x 19=38 yaşındaydı.

19 yıl Türk Milleti'nin hakimiyetine bilfiil hakim olmuş, Türk Milletine Baş Komutan ve Devlet başkanı olarak hizmet etmiştir. (1919-1938)

Milli Mücadele' ye fiili olarak başlaması için komutanlara yaptığı konuşma veMeclis'te Milli davanın gerçekleşmesi yolunda güdülecek siyasetin kararabağlanma tarihi de 19 Kasım 1919 'dur.

Sakarya Meydan Muharebesi'ni kazandıktan sonra, başarısına karşılık TBMM kendisine olan minnet ve şükranını belirtmek için 19 Eylül 1921' de kabul ettiği özel bir kanunla Mareşallik ve Gazilik unvanı vermiştir.

Millete yayınladığı bir beyanname ile Osmanlı Devleti'nin hayat ve egemenliğinin sona erdiğini belirterek Türk Milleti'ni hayat ve bağımsızlığa kavuşturmak için, Ankara ' da olağanüstü bir Meclis toplantısı ve Türk Milleti'nin iradesini bu Meclise devretmeyi 19 Mart 1920 'de kararlaştırmıştır.

Hitabet sanatının bir şaheseri olan Büyük Nutuk' un sonundaki Türk Gençliği'neHitabesi de başlangıç cümlesiyle beraber 19 cümledir.

Büyük devlet adamı ve eşsiz kahramanın adı ve soyadı "MUSTAFA KEMAL ATATÜRK" 19 harftir.

"NE MUTLU TÜRKÜM DİYENE ". Bu şaheser cümle 19 harftir.

"İSTİKLAL GÖKLERDEDİR" Ne rastlantıdır ki, Atatürk' ün bu sözleri de 19 harftir.

10 Kasım 1938 (19 x 2 x 19) (10 Kasım günü saat 9 da 10+9=19) 3 x 19 =57 yaşında ölümlü yaşama gözlerini kapamıştır.

Cenazesi büyük bir merasimle 19 Kasım 1938 günü Yavuz zırhlısı ile İzmit' e götürülmüştür.

En Büyük Kahraman'ın ebediyete intikali üzerine arkadaşı ve halefi İsmet İnönü' nün Türk Milletine beyannamesi 19 cümledir.

Doğum ve ölüm yılları (1881 ve 1938), 19 sayısının katlarıdır.

1919 rakamında 101 tane 19 vardır.

İlk 19 yılda hazırlandı, ikinci 19 yılda siyaset ve askerlik alanında savaştı, üçüncü 19' uncu yılda devlet başkanı sıfatı ile hizmet etti.

Atatürk'ün cenaze töreninde Chopin'in 19 notalı 19'uncu Marşı çalındı.

Atatürk'e verilen madalyaların toplamı 19'dur.

Atatürk, 19.000 TL nakit miras bıraktı.

Atatürk'ün, İstanbul Akaretler Yokuşu'nda oturduğu evinin numarası 76 idi. ( 19 x 4 = 76 )

Atatürk, Tarih Öğretimi ve Müzeler



Atatürk, Tarih Öğretimi ve Müzeler

Arş. Gör. Bahri ATA

Gazi Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü

1920'li yıllarda Atatürk'ün eğitime yönelik konuşmaları ve görüşleri, Mustafa Rahmi, Mehmet Emin Erişirgil gibi eğitimciler tarafından, Türk eğitim sisteminin hedeflerinin belirlenmesinde yol gösterici olarak ele alınmıştır. Maarif Vekili İsmail Safa Bey’in (Özler) döneminde bu görüşler, Maarif Misakı olarak ilan edildi. Bu görüşler, millî eğitimin çerçevesini çizdiği kadar, vatandaşlık aktarımı ve siyasal toplumsallaştırmanın en önemli aracı olarak okul tarih programlarını da etkiledi. O halde, Cumhuriyet dönemi tarih programlarının içeriğini, önerdikleri öğretim yöntemlerini anlayabilmek için Atatürk'ün konuya ilişkin görüşlerini ve yaptıklarını bilmek gerekir. Öncelikle, Atatürk'ün çağdaş tarih pedagojisini benimsemiş olduğu görülmektedir. Bu benimseyiş, tarih programlarının içeriğinin millî olmasını ve tarih ders kitaplarının millî bakış açısından yazılmasını öngördüğü kadar(çünkü çağdaş eğitim, millî eğitimdir.), Tarihi sunum yöntemlerinin de çeşitliliğini [belgeye dayalı tarih yazımı ve öğretimi, haritayla eğitim, ıraksak (divergent) sorulara dayalı soru-cevap yöntemi, tarih alan gezileri, drama etkinliği, müzelerin kullanılması gibi] gerekli kılmaktaydı. Bu çalışmada Atatürk, tarih derslerini gençlere nasıl sundu? sorusundan hareketle, Atatürk’ün pedagoji bilgisine, çocuklara ve gençlere tarih öğretiminin çağdaş yöntemlerine dikkat çekilecektir.

1. Tarih Programı ve Ders Kitabı Meselesi

Atatürk, tarih öğretimine ilişkin olarak tarih programlarının yeniden yapılması ve tarih ders kitapları meseleleriyle ancak 1928 yılından sonra gerçek anlamda ilgilenebilmişti. Ünlü eğitimci İhsan Sungu, 17.12. 1922 tarihli Türkiye Büyük Millet Meclisi Maarif Vekâletine sunduğu bir raporda tarih kitaplarını eleştirirken şunları belirtmekteydi;

“ ...Mekteplerimizde okutulmakta üzere tercüme edilen bir tarih kitabı İslamiyette zekâtın onda bir olarak hesap edildiğini ve Asuriler hakkında tetkikatta bulunmak için en seri vasıtanın Louvre müzesini ziyaret etmekten ibaret bulunduğunu kaydeden kıraat kitaplarımıza bakılsa bu milletin ruhuna, bu milletin harsına tercüman olmaktan ziyade hepsinde bir tercüme kokusu, bize büsbütün yabancı bir muhitin havayı mânevisi hissedilir...” ( 1923:21).

Kazım Nami Duru'ya göre de ortaokul programına göre hazırlanan pek çok ders kitabı, İngilizce veya Almanca'dan çevri olup, Türkiye'nin hayat şartlarına uygun değildi. Üstelik, ilkokul ve ortaokul programlarından farklı olarak, lise programları, eski sultani programlarının devamı olup, Fransız programlarının işlene işlene Cumhuriyet'e kadar gelmiş şekliydi. Bu programlar, eğitim uzmanlarınca değil, konu alan uzmanlarınca yapılmıştır. Bu uzmanlarda kendi uzmanlık alanlarına daha fazla önem vermişti. Bu durumdan, tarih programları da nasibini aldı. 1924 yılında, eğitim dergilerinde yayımlanan makalelerde tarih programlarının Almanya'da olduğu gibi millî tarih etrafında "teksif" edilmesi (toplanması) ileri sürülmüştü. Örneğin, Ahmet Tevfik, Muallimler Mecmuası'nda yazdığı bir yazıda Almanya'da yayımlanan klasik tarih kitaplarında tarihi olayların millî tarih etrafında toplandığına işaret etmiştir. Fuat Köprülü'nün 1923 yılında ilkokullar 4. ve 5. sınıflar için yazdığı Millî Tarih adlı kitabı bu çerçeve ele almak gerekir.

Atatürk’ün tarih programları ile ilk yakın ilgisi, 1924, 1925 tarihlerinde Trabzon’a yaptığı gezide kendisini göstermiştir. Trabzon lisesinde bir öğretmenler toplantısında tarih öğretmeni Rıfat Bey program saatlerinin azlığından şikayet etmesi üzerine bu konuda iki saat konuşmuş ve Türk tarih tezinin ilk esaslarını atmıştı(Egeli,1959:65). Atatürk’ün 1926 yürürlüğe konulan ilköğretim programında, tarihe ilişkin bölümlerin bazı kısımlarının altını çizerek, okuduğu anlaşılmaktadır. Atatürk’ün ilkokul tarih dersi amaçları arasında “Büyük şahısların hayat ve hareketleri tasvir edilerek çocuklara imtisale şayan nümuneler göstermek” cümlesini özellikle işaretlediği dikkati çekmektedir(Tüfekçi, 1983:332).

1927 yılında tarih programlarında radikal bir değişiklik yapıldı. Bu değişimin amacı Türk tarihîni mihver yaparak, öğretimde bulunmaktı(Hasan Âli Yücel, 1946:286). 1923-1930 arasında okullarda Ahmet Refik, Fuat Köprülü, İhsan Şerif, Ali Reşad gibi tarihçilerin kitapları okullarda okutuldu. Bu yazarlar, Cumhuriyet yönetiminin ruhuna uygun olarak II. Meşrutiyet döneminde de okutulan ders kitaplarını program değişikliklerine göre düzeltip, tekrar bastırdılar. 1928'dan sonra Atatürk tarih programlarının içeriği meselesi üzerine bizzat eğilmişti. Bu yıl Afetinan, Atatürk'e, okuduğu bir Fransızca coğrafya kitabının, Türklerin sarı ırka mensup olduğu, ikinci sınıf bir insan tipine girdiği iddiasını yazdığını söylemişti. Bunun üzerine Atatürk, bu konu üzerinde durmaya karar verdi(Karal, 1988:160). Atatürk, bir yandan tarih programları ve ders kitapları işi ile uğraşırken, bazı bilimsel tarih kitaplarının özellikle Türkçe'ye çevrilmesini istemişti. Atatürk, ünlü tarihçi, bilimkurgu yazarı H. G. Wells’in Cihan Tarihinin Ana Hatları isimli eserinde dünya tarihinde Türklerin oynadığı role önem verdiği için, Türk aydınlarının okuması isteğiyle, acele çevrilmesini sağladı.

18 Mayıs 1930 tarihînde T.B.M. Meclisi'nde Bakanlık bütçesi görüşülürken, Maarif Vekili Cemal Hüsnü Bey (Gümüşhane Milletvekili), Talim ve Terbiye Heyeti'nin programları tanzim ettiğini, fakat programları, Darülfünun'dan oluşan bir heyet tarafından yapıldığını söylemektedir. Türk tarihî programının da Yusuf Akçura tarafından yapıldığını ve vekaletin onu uygulamaya çalıştığını belirtmektedir. Liselerdeki ve ortaokullardaki tarih öğretimi söz konusu olunca, Türk Tarihinin Ana Hatları'na göre yazılmış tarih kitapları akla gelmektedir. Bu kitap, bilindiği gibi, Türk Ocağı'na bağlı olarak kurulan Türk Tarihi Heyetine hazırlatılmıştı. Bu heyetin içinde Afetinan, Mehmet Tevfik, Samih Rifat, Yusuf Akçura, Reşit Galip, Hasan Cemil, Sadri Maksudi, Şemseddin, Vasıf ve Yusuf Ziya Beyler bulunmaktaydı. 1931 yılında Milli Eğitim Bakanlığınca bu kitaptan 30.000 adet basılıp, okullara dağıtılmıştır. Yine aynı yılın yazında Türk Tarihi Tetkik Cemiyeti'nin bünyesindeki bir ekip tarafından 4 ciltlik lise tarih ders kitapları hazırlandı. Hasan Âli Yücel'in de, 1930 yılındaki tarih programlarındaki bu değişikliğin Atatürk'ün emriyle olduğunu, Türk Tarihi Tetkik Cemiyeti'ne yazdırılan 4 ciltlik tarih kitaplarına göre programın düzenlendiğini belirtmektedir(Hasan Âli Yücel, 1946: 287). Hasan Âli Yücel'in bu ifadesi, neden ortaokul ve lise tarih programlarında ilkokullarda olduğu gibi bir hedef, öğretim yöntemleri gibi pedagojik kısımların olmadığını da açıklamaktadır. 1932 yılında düzenlenen I. Türk Tarih Kongresinde, Konya Kız Ortamektebi Tarih-Coğrafya öğretmeni Ferit bey, bu kitapların öğretmenler için eksik, öğrenci için de fazla olduğunu ileri sürdü. Talim ve Terbiye Reisi olan İhsan Sungu, bu kitapların ilk devre öğrencisi için ayrıntılı ve öğrenci seviyesinden yüksek olmadığını savundu. Sungu'ya (1932:282-283) göre, bu öğrencilerin çoğu daha yüksek bir okula gitmeyecektir, çocukların Türk Tarihinin genel hatlarını öğrenmeden okuldan çıkması arzu edilen bir durum değildir. Sungu'nun üzerinde durduğu ikinci nokta da yeni harflerle basılmış tarih kitabı olmamasıdır. Üstelik, kitaba girmiş her ismin, tarihin ve rakamın çocuğa öğretilmesine gerek yoktur. Fakat, bunların kitaplarda olması, tarih araştırmalarında yarar sağlayacaktı. Nitekim, 1933'de ortaokullarda, lise için yazılan tarih ders kitaplarının zorlukla takip edeceğini ve bu kitapların ağır olduğu görüldüğü için ortaokullar için yeni tarih kitapları yazdırılma çalışmaları başlamış, 1934 öğretim yılına yetiştirilmesi öngörülmüştü(Reşit Galip, 1946:119). Bu konuda Reşit Galip şöyle demektedir:

" Bir millî tezi müdafaa ettiği için, yeni tarih nokta-i nazarlarımıza ilmin yeni hakikatlerine istinat eden millî tarih nokta-i nazarımızı güttüğü için bu kitapların o mekteplerde okutulması mecburiyeti görülmüştür. " (Reşit Galip, 1946:119).

1943 Maarif Şurası sırasında tarih öğretimi seksiyonuna ortaokul ve liseler için 1930'larda yazdırılan bu tarih ders kitapları ele alınmış ve çocukların düzeyine uygun olmadığı vurgulanmıştı. Bu bağlamda, Gazi Pedagoji Muallimi Ziya Talat (Çağıl) çocuk psikolojisine ilişkin Piaget’nin görüşlerini dile getirmişti. Somut düşünme aşamasında olan çocuklara tarih öğretiminde müzelerin ve antik eşyaların kullanılmasının önemi bir kez daha gündeme getirildi (II. Maarif Şurası, 1943:233).

1930'lu ve 40'lı yıllarda özellikle yükseköğretimde bir ders kitabı yokluğu krizi yaşanmıştı. Gerçi bu bağlamda, Hasan Âli Yücel, başka ve ileri memleketlerde öğretmenlerin kendi notlarını bastırarak çözümlediğini ve üstelik zaten üniversitenin mevcut ve sabit bir takım bilgilere mahsusu olmadığı ve yeni çalışmaların ve araştırmaların öğrenciye yansıtılması gerektiğini ileri sürmüştü (Hasan Âli Yücel, 1946: 293). O yıllarda tarih bölümündeki hocaların öğrencilerine bu tür notlar tutturduğu görülmektedir. Örneğin, o yıllarda okumuş rahmetli Dr. Hüseyin Dağtekin'in kütüphanesinde Mükrimin Halil Yınanç'ın ve İsmail Hakkı Uzunçarşılı'nın böyle notları ile karşılaştım. Bu tarihçiler, daha sonra ders notlarını kitap olarak bastırmıştır. İlginç bir şekilde ortaokullarda ve liselerde öğrencilere tarih dersine ilişkin not tutturma geleneği, geçmişte bir ihtiyaç olmasına rağmen, günümüze kadar tarih öğretmenleri tarafından devam ettirilmiştir.

Yukarıdaki ifadelerden de anlaşılacağı üzere Atatürk, 1928 sonrası tarih programları ve ders kitapları sorunu üzerine özellikle eğilmişti. Mecburi eğitimin süresinin kısa olması, harf devriminden dolayı kaynak sınırlılığı, çocukların o gün için çok yüklü bir tarih programıyla ve tarih ders kitapları ile karşılaşmasına yol açmıştı.

Bugün, zorunlu eğitim süresinin 8 yıla çıkarılması ile bu problem kısmen aşıldı. Türkiye'de, zorunlu eğitimin Avrupa ülkelerinde olduğu gibi 12 yıla çıkarılması, hiç şüphesiz ki tarih programı konularının, çocukların psikolojik çağlarına göre dengeli bir şekilde dağıtılmasını daha da kolaylaştıracaktır.

2. Tarih Dersi Sunumunu Çeşitlendirme Çabaları

Cumhuriyetin ilk yıllarında tarih programlarında tarih öğretimine ilişkin direktifler bir yana, Atatürk'ün kendi yaptıklarıyla, tarih dersinin sunumunu çeşitlendirdiği görülmektedir.

2.1. Belgelere Dayalı Tarih Yazımı ve Öğretimi

Tarih araştırmasında belge; müzelerin ve tarihi mekanların sunmuş olduğu nesneler olduğu kadar, yazılı ve görsel olabilir. Bununla birlikte, Türkiye'de tarih deyince salt yazılı belgeler akla gelmektedir. Bunda ilk bakışta Osmanlı arşivinin henüz tasnif olmaması yattığı düşünülebilir. Gerçekte, nedeni daha metodolojiktir. Türkiye'de Meşrutiyet'le beraber Osmanlı okullarında bir Seignobos Saltanatı başladı. Darülfünun tarih hocaları, çoğunlukla Fransız tarih kitaplarını özellikle Langlois ve Seignobos'un kilerinin çevrilerini yaptılar. 100 yıl önce iki Fransız tarihçi C.V. Langlois ve C. Seignobos, Tarih Tetkiklerine Giriş adlı eserlerinde tarihçiliğin esas olarak dökümanter kanıta dayalı olduğunu ileri sürerek, “vesikalar olmayınca, tarihte yoktur” şeklinde bir yaklaşım içindeydiler. Gerçi bugün sosyal tarihçilik ve sözlü tarihçilik yaklaşımları ile tarihçiliğe yeni bir boyut getirilmek isteniyor fakat, Türkiye'de Seignobos tipi tarihçilik profesyonel tarihçiler tarafından en yaygın olan tarihçilik anlayışı olarak önemini korumaktadır. Öte yandan, Atatürk'ün her türlü belgeye karşı hassas davrandığı ortadadır. Atatürk, arkeoloji müzeleri kadar, etnografya müzesinin, İnkılap müzelerinin kurularak, Türk tarihi ve kültürüne ait her türlü nesnenin yok olmasının önüne geçmeye çalışmıştır.

7.4. 1924 yılında Atatürk, Yunus Nadi Bey ile yaptığı bir mülakatta bir tarihî eserin gerçeklere uygun olup olmadığını anlamak için dayandığı kaynaklara ve belgelere bakılmasını gerektiğini, fakat şimdiye kadar tarihçilerin talihsizliğinin belgeye dayanmaktan çok bir takım övgücülerin veya bencillerin sözlerine dayanması olduğu söylemiş ve kendisi Kurtuluş Savaşı'na ilişkin anılarını topladığı belgelere dayanarak yazacağını belirtmişti (Atatürk'ün Söylev ve Demeçleri, Cilt. V, s.101). Nitekim, Nutuk adlı eserini yazdı. Bu mülakat, Atatürk'ün yazılı belgelere dayalı tarih anlayışını gösterme açısından önemlidir.

Atatürk, fotoğraflar ve film türü belgelere de önem vermiş, gelecek kuşakların tarih eğitiminde pek çok görsel belge bırakmaya çalışmıştır. Atatürk'ün Muallim Mektebi çıkışlı fotoğrafçısı Esat Nedim Bey, gençlerde görsel hafızayı geliştirecek çok fazla Atatürk fotoğrafı çekmiştir. Kurtuluş Savaşı, Cumhuriyet ve Atatürk'le ilgili müzelerde bu tür görsel belgelerle karşılaşmak mümkündür. Tarih öğretmenleri, bu tür malzeme ile çalışabilecek tarzda donatılmalıdır.

2.2. Haritayla Tarih Eğitimi

Bu yazıya Atatürk'ü, tarih haritası başında görüntüleyen bir fotoğraf esin kaynağı olmuştur. Pek çok konu alanı uzmanı tarafından, bu fotoğraftaki haritanın varlığı değil, fakat içeriği; haklı olarak, Türk tarih tezi ve Türklerin göç yolları açısından incelenmişti. Bu fotoğrafa bir tarih eğitimcisi gözüyle bakıldığında ise; fotoğraf tek başına, Atatürk tarafından bir tarih dersi aracı olarak haritanın önemsenmesinin bir göstergesi olarak yorumlanabilir. Atatürk gibi, Şemsi Efendi Mektebinde öğrenim görmüş olan general Galip Pasinler, Şemsi Efendi'nin derste harita ve küre kullandığını vurgulamıştı. Üstelik, Şemsi Efendi kullandığı öğretim yöntemlerine o kadar çok güvenmektedir ki ilkokul öğrencisini, ortaokul öğrencisi ile aynı sınavda yarıştırabilmekteydi. Bu konuda Galip Pasinler şöyle demektedir:

" Bir gün Şemsi Efendi, benimde içinde bulunduğum 5-6 öğrenciyi yanına aldı. Rüştiye Okulu'na götürdü. Orada bizi rüştiye öğrencileri ile imtihana soktular. Bize gazete okuttular. Rüştiyeliler bizim kadar okuyamadılar. Duvarda bir harita asılı idi. Onlar bu haritayı bizim kadar okuyamadılar. Velhasıl biz onlardan üstün çıktık. " (Mert, 1991:339).

Bu başarı dönemin Rumeli adlı Selanik gazetesinde haber konusu bile olmuştu. Atatürk'ün harita kullanma alışkanlığının tohumlarını, usul-u cedid yöntemini takip eden Şemsi Efendi'nin attığı söylenebilir. Atatürk'ün haritaya aşinalığı askeri okullarda da gelişmiştir. Atatürk'ün tarih öğretiminde bir araç olarak haritayı önemsemesi ve kullanması tavrı, günümüz Tarih öğretmenleri için oldukça öğreticidir.

2.3. Tarih Dersi ve Iraksak Sorular

Atatürk, yurt gezilerinde okullara uğramandan yapamazdı. Denetlemeyi en çok sevdiği derste Tarih dersi idi. Atatürk’ün öğrencilere sorduğu tarih soruları eğitimde değerlendirme açısından incelenmeye değerdir. Çünkü çocuklara sorulan bu soruların tümü analiz ve sentez düzeyindedir. Örneğin, 1930 yılında, Atatürk, Antalya lisesinde bir tarih dersini dinlemiş ve öğrencilere şöyle bir soru yöneltmiştir;

” 1789 Fransız devrimi ile 1919 Türk devrimi arasında ruh ve düşünüş benzerliği nedir?” . Bu soru uzun boylu tartışılmıştı. Bir öğrenci, 1919 devrimini yapanların yaşadığını ve bu soruyu ancak onların yanıtlayabileceğini söyledi. Bunun üzerine Atatürk, “ Her iki devrimin ruh ve düşünüş benzerliği, açlık ve sefalet içinde yaşayan, bilinçli bir ulusun sefahat ve ihtişam içinde yaşayan şaşırmış bir idareye boyun eğmemesi ve onu boğmasıdır.” diyerek cevaplamıştı. Bir sohbetinde:- "Tarih, acaba benim mi yoksa II. Mehmed’in mi yaptığı işleri daha önemli bulacaktır?" türünden bir soru sormuştu. Atatürk’ün tarihte hipotetik düşünme egzersizleri de yaptığı bilinmektedir. Bir konuşmasında, Alemdar Mustafa Paşa’nın Mustafa Reşit Paşa’nın kültüre sahip olduğu takdirde kendisinden önce cumhuriyeti ilan edebileceğini vurgulamıştı. Günümüzde batılı tarih eğitimcileri, ıraksak tarih sorularıyla gençlerin yaratıcılığının geliştirilebileceğini ileri sürmektedir. Eğitimsel amaçlı olarak da tarihte hipotetik soru sorulabileceğini vurgulamışlardır. Yukarıda da görüldüğü gibi, Atatürk'ün aynı tutum içinde olduğu görülmektedir. Türkiye Cumhuriyeti'nin kurucusu Atatürk, soru sorma meselesine böyle yaklaşırken, Abbas Güçlü'nün (1996:33) de işaret ettiği gibi niçin okullarımızda "Atatürk'ün öğrenim gördüğü okullar hangileridir?" gibi sorularla öğrencileri bilgi hamallığına yöneltmekteyiz?

2.4. Tarih Alan Gezileri

Atatürk’ün tarihçiliği, tarih sevgisi, Türk tarih tezi üzerine makale ve araştırma türünden oldukça çalışma yapılmıştır(bknz. Afetinan, Akurgal, Baykal, Günaltay, Karal, Kocatürk'ün çalışmalarına). O yüzden burada pek o konu üzerinde durulmayacaktır. Kaldı ki, bu çalışmalar, Atatürk’ün hayatında yaptıklarıyla tarih öğretiminin yöntemleri konusunda en güzel örnekleri verdiği konusuna pek dikkat çekmemiştir.

Öte yandan pek çok anı türünde kaynak, Atatürk’ün, açık havada askeri savaşların olduğu yerleri gezme konusundaki duyarlılığı konusunda bilgiler sağlamaktadır. Özellikle, Şakir Zümre'nin anıları ve Münir Hayri Egeli’nin anıları bu konuda bizi oldukça bilgilendirmektedir.

Mustafa Kemal Atatürk 16 ay süre ile ateşemiliter olarak Sofya’da görev yapmıştı. Yakın arkadaşlarından Şakir Zümre 1913’de Atatürk’ün eşliğinde Plevne Meydan Muharebesi'nin geçtiği yerde gerçekleşmiş bir tarih alan gezisinden söz etmektedir.

Şakir Zümre’nin konuya ilişkin anısı şöyledir;

“ Temmuz ayındaydık, zannederim. Sofya rüştiyesinde tahsil gören bir grup talebe Plevne Meydan Muharebesi'nin cereyan ettiği sahayı ziyarete gidecekti. Bu saha mükemmel bir müze haline sokulmuştu. Mustafa Kemal, bu ziyaret haberini duyunca derhal harekete geçti. Sobranya’nın Türk ve Bulgar mebuslarını tahrik ederek Plevne Meydan Muharebesi'nin yapıldığı yere götürmeye muvaffak oldu.

Kanlıçukur muharebesi; kahraman Osman Paşa'nın Rusların Plevne’de birbiri ardı sıra devam eden şiddetli taarruzlarını püskürtmek için yaptığı muharebenin adıdır. Rus kuvvetleri bu muharebede 16 bin ölü bırakmışlardı. Talebelerle gelen Türk ve Bulgar ileri gelenleri burada durdular. Bir talebe anavatanın kaybolan bu köşesine karşı içinde sönmeyen ayrılık hissinden ve aşkından bahsetti. Orada bulunan Türkler çok müteessir olmuştu.

O zaman Kolağası Mustafa Kemal derhal ortaya çıktı ve ateşli bir hitabeye başladığı görüldü. Bu hitabesinde, Mustafa Kemal, Osman Paşa'nın kahramanlığından övgüyle söz etmiş, bu kahramanlık timsalinin ilelebet payidar olacağını söylemiş ve sonra talebelere dönerek;

“ - Üzülmeyin, böyle kahramanlar Türk milletinin içinde her zaman yetişecek ve böyle kahramanları her zaman Türk milletine takdim edeceklerdir. Yakın zamanlar sizlere bunu gösterecektir.” (Polat, 1949:4).

Bir müddet sonra I. Dünya Savaşı başlamış ve Mustafa Kemal Sofya ateşe militerliğinden ayrılarak, isteği üzerine Çanakkale’ye gönderilmişti. Anafartalarda Çimentepe zaferinin kazanılmasından sonra Atatürk, Şakir Zümre ile karşılaşmış ve ona;

“- Şakir, bu kahraman millet her zaman bir Plevne kahramanlığı göstermeye hazırdır.” demişti (Polat, 1949:4).

Münir Hayri, eğer misafirler arasında askerler varsa, Atatürk’ün onları çevrede cereyan etmiş askeri olayları incelemek ve izah etmekten zevk aldığını yazmaktadır( Egeli,1959:31). Atatürk, Afgan Harbiye Nazırı Sultan Mahmut Han’ı Timurlenk’le Yıldırım Bayezıt arasındaki meşhur Ankara Meydan Muharebesi'nin geçtiği sahaya götürmüştür. Fakat, Atatürk’ün bu alanda nazıra ne tür bir bilgi verdiği bilinmemektedir.

2.5. Müzeler

Atatürk, yurt gezileri esnasında özellikle müzeleri ve eski sanat ve uygarlık eserlerini gözden geçirmiştir. Atatürk'ün müzelere yaklaşımı, daha sonra Türkiye Cumhuriyeti'nin kültür politikasında müzelerin yerini belirlemiştir.

1913 yılında Atatürk Sofya’da ateşemiliter iken Bulgarların ulusal bayramlarının kutlama gününde düzenledikleri bir kostümlü baloya davet edilmişti. Bu baloya gitmek için askeri müze komutanına bir mektup yazarak komutandan çok gösterişli bir yeniçeri kıyafeti istemiştir. Harbiye Nazırı Enver Paşa’nın izniyle müzeden bir yeniçeri elbisesi sonradan iade edilmek üzere kendisine verildi. Atatürk, Kazım Özalp Paşa’ya yazdığı mektupta; “Baloda hemen herkesin kıyafeti ile ilgilendiğini, kendisine sorular sorduklarını, yeniçeri tarihînden ve Türk zaferlerinden geniş bilgiler vermek fırsatını bulduğunu” (Özalp, 1992:8-9) belirtmişti.

Atatürk, Doğu cephesinde görevli olduğu sırada, 21 Kasım 1916'ya kadar Bitlis'te kalmış, hatıra defterine göre, Bitlis'teki eski eserler ve türbeleri gezdiğini not düşmüştü(Önder, 1975:81).

Atatürk, 1 Mart 1923'de Türkiye Büyük Millet Meclisi'nin dördüncü toplanma yılını açarken yaptığı konuşmada eğitime özellikle geniş bir yer ayırmıştır. Burada ;

"Ameli ve şamil bir maarif için hududu vatanın merakizi mühimmesinde asri kütüphaneler, nebatat ve hayvanat bahçeleri, konservatuvarlar, darülmesailer, müzeler ve sanayi nefise meşherleri tesisi lazım olduğunu...." (Atatürk'ün Söylev ve Demeçleri, 1945: 288) özellikle vurgulamıştı.

9 Mart 1930'da Atatürk, Antalya müzesini gezdi. Aspendos'a giderek incelemelerde bulundu. Müze müdürüne "- Bu tiyatroyu restore ediniz ama, kapısına kilit vurmayınız. Burada temsiller veriniz, güreşler düzenleyiniz" (Önder, 1975:54) dedi. Günümüzde, Aspendos Tiyatrosunda yapılan uluslar arası bale ve opera etkinlikleri Atatürk'ün sözlerinden yola çıkılarak yapılmaktadır. Şu günlerde, Efes Antik kentindeki Celsus kütüphanesi'ni yeniden işlevsel hale getirmek ve hizmete sokmak için gösterilen çabalar da bunlara eklenebilir. Gerçekte, çağdaş müzecilik anlayışı da bu tür girişimleri öngörmektedir.

20 Kasım 1930'da Sivas'ta Atatürk, lisedeki Sivas kongresinin yapıldığı salonu gezerken, masalardan birinin yanlış konduğuna dikkat çekmişti. Masanın, kongre esnasındaki doğru yerini göstermişti(Önder, 1975:325). Bu olay, Atatürk'ün sergilemenin aslına uygun olmasında gösterdiği özen ve dikkate işaret etmektedir.

25 Aralık 1930'da Atatürk Edirne'deki eski eserleri gezdi. Özellikle Selimiye Camii'ne Balkan Savaşı sırasında isabet eden top mermilerinin izleri ve yıkıntıları üzerine;

" Bunları, onarmayınız, olduğu gibi kalsın. İnsanlığa mal olmuş bir sanat şaheserine karşı, düşmanın insafsızca saygısızca davranışı, bütün dünyaya örnek ve ibret olsun" (Önder, 1975:132) demiştir.

3 Şubat 1931 günü İzmir Müzesi'ni gezen Atatürk, müze defterine,

" İzmir Asar-ı Atika Müzesi'ni gezdim. Büyük himmet ve dikkatle istifadeli bir hale getirilmiş, memnun oldum." (Önder, 1975:196) tarzında düşüncelerini ifade etmiştir.

20. 2. 1931 tarihli Konya'dan İsmet İnönü'ye çektiği telgraf, müzelere nasıl yaklaştığını da göstermektedir. Atatürk, burada eski eserlerin bilimsel korunmasında, tasnif edilmelerinde, kazı işlerinde yararlanılmak üzere arkeoloji uzmanlarına gerekliliği vurgulamıştı. Milli Eğitim Bakanlığına, yurt dışına bu konuda öğrenci gönderilmesini tavsiye etti. Bunun yanısıra, yüzyıllarca sürmüş ihmallerden dolayı harap olmuş Karatay Medresesi, Alaeddin Camii, Sahip-Ata Camii ve Türbesi, Sırçalı Mescit ve İnce Minare'nin hemen onarılmasını istemişti.

5 Şubat 1934'de Kayseri'de Hunat Hatun Medresesi'ndeki müzeyi ziyaret etti ve birkaç tarihî camiyi gezdi(Önder, 1975:227). Atatürk, 21 Mayıs 1938 günü, Viranşehir( Pompeipolis) harabelerini gezdi(Önder, 1975:282).

Görülüyor ki, bir devlet kurucusu ve lider olarak Atatürk, yurt gezilerinde müzelere ve tarihî mekanlara özellikle önem vermesiyle, Türkiye'de kültür politikasının anahatlarını çizmiştir.

SONUÇ

Atatürk, tarih öğretiminde belgelerin, haritaların, ıraksak soruların, müzelerin ve alan gezilerinin kullanılmasının önemini bizzat görmüş ve uygulamış bir ülke ve devlet kurucusu olarak karşımıza çıkmaktadır. Atatürk, yaptıkları ile çağdaş tarih pedagojisi ile çağdaş müzecilik anlayışını entegre etmeye çalıştı. Üstelik, halkın sanat ve tarih bilinci açısından eğitimi söz olunca, tarih öğretimini ve müzeciliği iki ayrı alan gibi düşünmemiş, disiplinler arası bir çerçeve içinde birlikte işe koşulması gerektiğini kendi hayatından örneklerle göstermiştir.

Atatürk'ün, o günlerde yaptığı işler, günümüz Tarih öğretmenlerine tarih dersinin sunumunu çeşitlendirme ve müzeleri işlevsel olarak kullanma konusunda ipuçları vermektedir.

KAYNAKLAR

Afetinan, A. (1939). "Atatürk ve Tarih Tezi". Belleten Cilt III, Ankara: TTK Yay.

--------------- (1988) " Atatürk ve Tarih" Atatürkçülük II. Kitap. İstanbul: M. E. B. Basımevi, sf. 151-156.

Akurgal, Ekrem (1971) " Tarih İlmi ve Atatürk" Belleten, sayı:140.

Baykal, Bekir Sıtkı (1971) " Atatürk ve Tarih" Belleten, sayı:140.

Egeli, Münir Hayri,(1959), Atatürk’den Bilinmeye Hatıralar, İstanbul: Ahmet Halit Yaşaroğlu Kitapcılık.

Güçlü, Abbas (1996) %100 Başarı İçin Güçlü Eğitim. İstanbul: Kelebek Yay.

Günaltay, Şemseddin.(1939). "Atatürk’ün Tarihçiliği ve Fahri Profesorlüğü Hakkında Bir Hatıra". Belleten cilt III, Ankara: TTK Yay.

İzgi, Özkan (1987) "Atatürk'ün Tarih İlmi Hakkında Düşünceleri” Atatürk Kültür, Dil ve Tarih Yüksek Kurumu, Atatürk Araştırmaları Merkezi Dergisi. Cilt IV.

Karal, E. Ziya (1988) "Atatürk'ün Türk Tarih Tezi" Atatürkçülük II. Kitap. İstanbul: M. E. B. Basımevi, sf. 157-164.

Kocatürk, Utkan(1987). "Atatürk’ün Tarih Tezi". Atatürk Kültür, Dil ve Tarih Yüksek Kurumu, Atatürk Araştırmaları Merkezi Dergisi. Cilt III.

Mert, Özcan (1991) " Atatürk'ün İlk Öğretmeni Şemsi Efendi", Atatürk Araştırma Merkezi Dergisi, cilt III, Mart, sayı:20.

Önder, Mehmet (1975) Atatürk'ün Yurt Gezileri. Ankara: Türkiye İş Bankası Kültür Yay.

Özalp, Kazım ve Teoman Özalp (1992) Atatürk’ten Anılar. Ankara: T. C. İş Bankası Kültür Yay.

Polat, Hüsameddin (1949) "Atatürk, inkılâblarını Sofyada ataşemiliterken tasarlamış bulunuyordu.(Şakir Zümre’ye ait anılar)" Cumhuriyet Gazetesi, 10 Kasım, Sayı: 9069, sf. 2.

Reşit Galip(1946 ) " Türkiye Büyük Millet Meclisinde Bakanlık Bütçesi Görüşülürken" " Cumhurbaşkanları, Başbakanlar ve M. Eğ. Bakanlarının Milli Eğitimle İlgili Söylev ve Demeçleri. Ankara: Milli Eğitim Basımevi, sf.117-127.

Sungu, İhsan (1922) “ İlk ve Orta Öğretim Program Geliştirmesi İlişkin 17. 12. 1922 Tarihli Rapor” Eğitim Hareketleri , 1969, cilt 15, sayı:168-169, ss.8-13.

Tüfekçi, Gürbüz (1983) Atatürk’ün Okuduğu Kitaplar. İstanbul: İş Bankası Yay.

Türkiye İnkılap Tarihi Enstitüsü Yayımları (1945) Atatürk'ün Söylev ve Demeçleri -I (1919-1938). İstanbul: Maarif Matbaası.

Ünal, Tahsin (1973). "Cumhuriyetin 50. Yılında Tarih Anlayışımız” Türk Kültürü Araştırmaları Enstitüsü, Ankara.

Yücel, Hasan Âli(1946) " Türkiye Büyük Millet Meclisinde, Vakit Cetveli, kitap ve Programlar Hakkında " Cumhurbaşkanları, Başbakanlar ve M. Eğ. Bakanlarının Milli Eğitimle İlgili Söylev ve Demeçleri. Ankara: Milli Eğitim Basımevi, sf. 281-288.


Kaynak: www.acikarsiv.gazi.edu.tr

Atatürk Soyadının Alınamayacağına İlişkin Kanun



Atatürk Soyadının Alınamayacağına İlişkin Kanun

2622 SAYILI KANUN


1. Kemal Öz adlı Türkiye Cumhur reisine 24.11.1934 tarih ve 2587 sayılı kanunla verilmiş olan ATATÜRK soyadı tek şahsına mahsustur, hiç kimse tarafından öz veya soyadı olarak alınamaz, kullanılamaz ve kimse tarafından hiçbir surette bir kimseye verilemez.
2. ATATÜRK adının başına ve sonuna başka söz konarak öz veya soyadı alınamaz ve kullanılamaz
3. Bu kanun hükmü 24/11/1934 tarihinde başlar.
4. Bu kanun hükmünü yerine getirmeye Dahiliye Vekili memurdur.

EFENDİ BEY-PAŞA GİBİ LAKAP VE UNVANLARIN KALDIRILDIĞINA DAİR KANUN

Kanun no:2500


1. Ağa, hacı, hafız, hoca,molla ,efendi, bey,beyefendi,paşa,hanım,hanımefendi ve hazretleri gibi lakap ve unvanları kaldırılmıştır. Erkek ve kadın vatandaşlar kanun karşısında ve resmi belgelerde yalnız adlar ile anılırlar.
2. Sivil rütbe ve resmi nişanlar ve madalyalar kaldırılmış ve bu nişan ve madalyonların kullanılması yasaktır. Harp madalyaları bundan müstesnadır. Türkler, yabancı devlet nişanları da taşıyamazlar.
3. Askeri rütbelerden adın başına gelmek üzere kara ve havada müşirlere mareşal, birinci ferik ve livalara amiral denir. General ve amirlerinin derecelerini gösteren unvanlarda deniş müşirleri unvanlarının ve diğer askeri rütbelerinin karşılıkları ali askeri şurası kararı İcra Vekilleri Heyetinin tasdiki ile konulur.
4. Bu kanun neşri tarihinde muteberdir.
5. Bu kanun icrasında İcra Vekilleri Heyeti memurdur.

Atatürk Kronolojisi



ATATÜRK KRONOLOJİSİ

1881: Selanik'te doğdu.
1893: Askeri Rüştiye'ye girdi ve Kemal adını aldı.
1895: Selanik Askeri Rüştiyesi'ni bitirdi, Manastır Askeri İdadisi'ne girdi.
1899 Mart 13: İstanbul Harp Okulu Piyade sınıfına girdi.
1902 Harp Akademisi'ne girdi ve burada gazete çıkardı.
1905 Ocak 11: Harp Akademisi'ni Yüzbaşı olarak bitirdi, Şam'a 5. Ordu'nun 30. Süvari Alayı'nda staj yapmak için atandı.
1906 Ekim: Şam'da Vatan ve Hürriyet Cemiyeti'ni kurdu. Şam'da topçu stajını yaptı ve Kolağası oldu.
1908 Temmuz 23: Meşrutiyet'in ilan edilmesi için çalışmaları.
1909 Mart 31: 31 Mart ihtilalinde Hareket Ordusu Kurmay Subayı olarak çalıştı.
1911 Eylül 13: Mustafa Kemal, İstanbul'a Genelkurmay'a naklen atandı.
1911 Kasım 27: Mustafa Kemal, Binbaşılığa yükseldi.
1912 Ocak 9: Mustafa Kemal, Trablusgarp'ta Tobruk saldırısını yönetti.
1913 Ekim 27: Mustafa Kemal, Sofya Ateşemiliterliği'ne atandı.
1914 Mart 1: Mustafa Kemal, Yarbaylığa yükseltildi.
1915 Şubat 2: Mustafa Kemal, Tekirdağı'nda 19. Tümeni kurdu.
1915 Şubat 25: Mustafa Kemal'in Maydos'a gidişi.
1915 Nisan 25: Mustafa Kemal, Arıburnu'nda İtilaf Devletleri'ne karşı koydu.
1915 Haziran 1: Mustafa Kemal'in Albaylığa yükselişi.
1915 Ağustos 9: Mustafa Kemal, Anafartalar Grup Komutanlığı'na atandı.
1915 Ağustos 10: Mustafa Kemal, Anafartalar'dan düşmanı geri attı.
1916 Nisan 1: Mustafa Kemal'in Tuğgeneralliğe yükselişi.
1916 Ağustos 6: Mustafa Kemal, Bitlis ve Muş'u düşman elinden kurtardı.
1917 Eylül 20: Mustafa Kemal, memleketin ve ordunun durumunu açıklayan raporunu yazdı.
1917 Ekim: Mustafa Kemal, İstanbul'a döndü.
1918 Ekim 26: Mustafa Kemal, Halep'in kuzeyinde bugünkü sınırlarımız üzerinde düşman saldırılarını durdurdu. 1918 Ekim 30: Mondros Mütarekesi'nin imzalanması.
1918 Ekim 31: Mustafa Kemal'in Yıldırım Orduları Grup Komutanlığı'na atanması.
1918 Kasım 13: Yıldırım Orduları Grup Komutanlığı'nın kaldırılması ve Mustafa Kemal'in İstanbul'a dönüşü. 1919Nisan 30: Mustafa Kemal'in Erzurum'da bulunan 9. Ordu Müfettişliği'ne atanması.
1919 Mayıs 15: İzmir'e Yunan'lıların asker çıkarması.
1919 Mayıs 16: Mustafa Kemal, Bandırma vapuruyla İstanbul'dan ayrıldı.
1919 Mayıs 19: Mustafa Kemal, Samsun'a çıktı.
1919 Haziran 15: Mustafa Kemal, 3. Ordu Müfettişi ünvanını aldı.
1919 Haziran 21: Mustafa Kemal, Ulusal Güçleri Sivas Kongresi'ne çağırdı.
1919 Temmuz 8 / 9: Mustafa Kemal, askerlikten çekildi. (Saat: 20:50)
1919 Temmuz 23:Mustafa Kemal'in başkanlığı altında Erzurum Kongresi'nin toplanması ve bir Temsil Kurulu seçerek dağılması. (7 Ağustos 1919)
1919 Eylül 4: Mustafa Kemal'in başkanlığı altında Sivas Kongresi'nin toplanması ve 11 Eylül'de sona ermesi.
1919 Eylül 11: Mustafa Kemal, Anadolu ve Rumeli Müdafaayı Hukuk Cemiyeti Heyet Temsiliyesi Başkanlığı'na saçildi.
1919 Ekim 22: Amasya Protokolü'nün imzalanması.
1919 Kasım 7: Mustafa Kemal, Erzurum'dan milletvekili seçildi.
1919Aralık 27: Mustafa Kemal, Heyeti Temsiliye'yle birlikte Ankara'ya geldi.
1920 Mart 20: İstanbul'un İtilaf Devletleri tarafından ele geçirilmesi, Mustafa Kemal'in protestosu, Ankara'da yeni bir Millet Meclisi toplama girişimi.
1920 Mart 18: İstanbul'da Meclis-i Mebusan'ın son toplantısı.
1920 Mart 19: Mustafa Kemal tarafından Ankara'da üstün yetkiyi taşıyan bir Millet Meclisi toplanması hakkında illere duyuruda bulunulması.
1920 Nisan 23: Mustafa Kemal, Ankara'da Türkiye Büyük Millet Meclisi'ni açtı.
1920 Nisan 24: Mustafa Kemal, Büyük Millet Meclisi Başkanı seçildi.
1920Mayıs 5: Mustafa Kemal'in başkanlığında ilk Hükümet'in toplantısı.
1920 Mayıs 11: Mustafa Kemal, İstanbul Hükümeti tarafından ölüm cezasına çarptırıldı.
1920Mayıs 24: Mustafa Kemal'in cezası Padişah tarafından onaylandı.
1920 Ağustos 10: Osmanlı İmparatorluğu delegeleriyle İtilaf Devletleri arasında Sevr Antlaşması'nın imzalanması.
1920 Ocak 9 / 10: Birinci İnönü Savaşı.
1921 Ocak 20: İlk Teşkilat-ı Esasiye (Anayasa) Kanunu'nun esas maddelerinin kabulü.
1921 Mart 30 / Nisan 1: İkinci İnönü Savaşı.
1921 Mayıs 10: Mustafa Kemal tarafından Büyük Millet Meclisi'nde Anadola ve Rumeli Müdafaai Hukuk Grubu'nun kurulması ve Mustafa Kemal'in Grup Başkanlığı'na seçilmesi.
1921 Ağustos 5: Mustafa Kemal'e Başkumandanlık görevinin verilmesi.
1921 Ağustus 22: Mustafa Kemal'in yönetiminde Sakarya Meydan Savaşı'nın başlaması.
1921 Eylül 13: Sakarya Meydan Savaşı'nın kazanılması.
1921 Eylül 19: Mustafa Kemal'e Mareşallik rütbesinin verilmesi ve Mustafa Kemal'in Gazi ünvanını alması.
1922Ağustos 26: Gazi Mustafa Kemal'in Kocatepe'den Büyük Taarruz'u yönetmesi.
1922 Ağustos 30: Gazi Mustafa Kemal'in Dumlupınar Başkumandanlık Meydan Savaşı'nı kazanması.
1922 Eylül 1: Gazi Mustafa Kemal'in: "Ordular! İlk hedefiniz Akdeniz'dir, İleri !" emrini vermesi.
1922 Eylül 9: Türk Ordusu'nun İzmir'e girmesi.
1922 Eylül 10: Gazi Mustafa Kemal'in İzmir'e gelişi.
1922 Ekim 11: Mudanya Mütarekesi'nin imzalanması.
1922 Kasım 1: Gazi Mustafa Kemal'in önerisi üzerine saltanatın kaldırılması.
1922 Kasım 17: Vahdettin'in bir İngiliz harp gemisiyle İstanbul'dan kaçması.
1923 Ocak 29: Gazi Mustafa Kemal'in Latife Hanım'la evlenmesi.
1923 Temmuz 24: Lozan Antlaşması'nın imzalanması.
1923 Ağustos 9: Gazi Mustafa Kemal'in Halk Fırkası'nı kurması.
1923 Ağustos 11: Gazi Mustafa Kemal'in 2. Büyük Millet Meclisi Başkanlığı'na seçilmesi.
1923 Ekim 29: Cumhuriyet'in ilan edilmesi.
1923 Ekim 29: Gazi Mustafa Kemal'in ilk Cumhurbaşkanı olması.
1924 Mart 1: Gazi Mustafa Kemal'in Büyük Millet Meclisi'nde Halifeliği kaldırması ve öğretimin birleştirilmesi hakkında açış nutkunu söylemesi.
1924 Mart 3: Hilafetin kaldırılması, öğrenimin birleştirilmesi, Şer'iyeve Evkaf Vekaletiyle (Bakanlığıyla), Erkanıharbiyei Umumiye Vekaletinin kaldırılması hakkındaki yasaların Büyük Millet Meclisi'nce kabul edilmesi.
1924 Nisan 20:Türkiye Cumhuriyeti Teşkilatı Esasiye (Anayasa) Kanunu'nun kabul edilmesi.
1925 Şubat 17: Aşarın kaldırılması.
1925 Ağustos 24: Gazi Mustafa Kemal'in ilk defa Kastamonu'da şapka giymesi.
1925 Kasım 25: Şapka Kanunu'nun Büyük Millet Meclisi'nde kabul edilmesi.
1925 Kasım 30: Tekkelerin kapatılması hakkındaki kanunun kabulü.
1925 Aralık 26: Uluslararası takvim ve saatin kabulü.
1926 Şubat 17: Türk Medeni Kanunu'nun kabulü.
1927 Temmuz 1: Gazi Mustafa Kemal'in Cumhurbaşkanı sıfatı ile ilk kez İstanbul'a gitmesi.
1927 Ekim 15 / 20:Gazi Mustafa Kemal'in Cumhuriyet Halk Partisi 2. Kurultayı'nda tarihi Büyük Nutku'nu söylemesi.
1927 Kasım 1: Gazi Mustafa Kemal'in 2. Kez Cumhurbaşkanlığı'na seçilmesi.
1928 Ağustos 9: Gazi Mustafa Kemal'in Sarayburnu'nda Türk harfleri hakkındaki nutkunu söylemesi.
1928 Kasım 3: Türk Harfleri Kanunu'nun Büyük Millet Meclisi'nde kabul edilmesi.
1931 Nisan 15: Gazi Mustafa Kemal tarafından Türk Tarih Kurumu'nun kurulması.
1931 Mayıs 4: Gazi Mustafa Kemal'in 3.kez Cumhurbaşkanlığı'na seçilmesi.
1932 Temmuz 12: Gazi Mustafa Kemal tarafından Türk Dil Kurumu'nun kurulması.
1933 Ekim 29: Gazi Mustafa Kemal'in Cumhuriyet'in 10. Yıldönümünde tarihi nutkunu söylemesi.
1934 Kasım 24: Gazi Mustafa Kemal'e Büyük Millet Meclisi tarafından ATATÜRK soyadının verilmesi kanununun kabul edilmesi.
1935 Mart 1: Atatürk'ün 4. kez Cumhurbaşkanlığı'na seçilmesi.
1937 Mayıs 1: Atatürk'ün çiftliklerini Hazine'ye ve taşınamaz mallarını da Ankara Belediyesi'ne bağışlaması. 1938 Mart 31: Atatürk'ün hastalığı hakkında Cumhurbaşkanlığı Genel Sekreterliği'nin ilk resmi duyurusu.
1938 Eylül 15: Atatürk'ün vasiyetnamesini yazması.
1938 Ekim 16: Atatürk'ün hastalık durumu hakkında günlük resmi duyuruların yayınına başlanması.
1938 Kasım 10: Atatürk'ün ölümü. (Perşembe, saat: 09.05)
1938 Kasım 11: İstanbul Şehir Meclisi'nin olağanüstü toplantı yapması. Saraydaki Cumhurbaşkanlığı forsunun indirilerek yerine yarıya kadar indirilmiş Türk Bayrağı'nın çekilmesi.
1938 Kasım 12: Atatürk'ün ölümü dolayısıyla, Yüksek Öğretim gençliğinin Üniversite Konferans Salonu'nda toplanması.
1938 Kasım 13: Gençliğin Taksim Cumhuriyet Anıtı önünde toplanarak Atatürk'ün kurduğu Cumhuriyet'i koruyacaklarına ant içmeleri.
1938 Kasım 14: Büyük Millet Meclisi çok hazin bir toplantı yaptı.
1938 Kasım 15: Hükümet Atatürk'ün Ankara'da ebedi istirahat yerine konulacağı 21 Kasım 1938 tarihini ulusal yas günü olarak duyurdu.
1938 Kasım 16: İstanbul'lular Atatürk'ün Dolmabahçe Sarayı Muayede Salonu'ndaki katafalkı önünde sabahın ilk saatlerinden gecenin son saatlerine kadar saygı ve üzüntü içinde son görevlerini yaptılar.
1938 Kasım 19: Büyük bir törenle, Atatürk'ün Dolmabahçe'den alınan yüce cenazesi, önce Sarayburnu'na, oradan Zafer torpidosuyla Yavuz zırhlısına götürüldü.Yavuz zırhlısıyla İzmit'e kadar götürülen tabut, oradan Ankara'ya yolcu edildi.
1938 Kasım 20:Atatürk'ün sevgilinaşı Ankara'ya ulaştı ve Ankara'da Büyük Millet Meclisi önündeki katafalka konuldu. Ankara'lılar da son görevlerini saygıyla yaptılar.
1938 Kasım 21: Atatürk'ün cenazesinin Etnoğrafya Müzesi'ndeki Geçici Kabre konulması.
1938 Kasım 25: Atatürk'ün vasiyetnamesinin açılması.
1938 Aralık 26: Atatürk'ün "Ebedi Şef" sanıyla anılmasının kabul edilmesi.
1953 Kasım 4: Atatürk'ün Geçici Kabri'nin açılması.
1953 Kasım 10: Atatürk'ün cenazesinin Anıt-Kabir'e nakledilmesi.

4 Mayıs 2009 Pazartesi

Atatürk İlkeleri

ATATÜRK İLKELERİ

Cumhuriyetçilik:

Batı dillerinde cumhuriyetin karşılığı, ulusun kendisini yönelmesidir. Cumhuriyete hayat veren damarların başında ise demokrasi geliyor. Gerçek cumhuriyet rejimlerinde sistemin demokrasi ile olan ilişkisi çok önemlidir. Çünkü iç ve dış tehlikelere karşı cumhuriyet kendisini, demokrasinin gerekleri içinde koruyacaktır. Bunun dışına çıkılırsa; demokrasi ile cumhuriyet arasında kopukluk başlar. Eğer böyle olursa en büyük zararı cumhuriyetin yine kendisi görecektir. Demokrasiyi benimsemiş siyasî rejimlerde, özgürlüklerin kullanılma alanları demokrasinin kuralları ile sınırlandırılmıştır. Cumhuriyet rejiminde kimsenin sınırsız hak ve hukuku yoktur. Çünkü demokrasilerde; kişilerin, dolayısıyla, toplumların özgürlükleri, hukuk yolu ile güvence altına alınmıştır. Bunların sınırları da adaletin kalemi ile çizilmiştir.
29 Ekim 1923'te ilân edilen cumhuriyetin alt yapısını Atatürk aşama aşama nasıl hazırlamıştı? Cumhuriyet, lâik bir sistem üzerinde kurulacaktı. Yani cumhuriyet idaresinde ne halifeye ne de onun kalıntılarına yer vardı.

Cumhuriyeti adaletli bir hukuk sistemi koruyacaktı. Cumhuriyetin genç kuşakları çağ dışı kişiler tarafından değil, bağımsızlık ve hürriyetin değerini bilen öğretmenler tarafından yetiştirilecekti. İmparatorluktan kalan mantık dışı ne varsa hepsi kaldırılacak, cumhuriyetin temelini ilim oluşturacaktı.

Bilgisiz ve bilinçsiz bir halk topluluğunun ulus olma hakkına sahip olamayacağını vurgulayan Atatürk, ulusun bilinçlendiği oranda hak ve hukukuna sahip çıkacağını biliyordu. Bu nedenle eğitim ve kültüre çok önem vermiştir. O'nun, bir bakıma kültürü, cumhuriyetin temellerinden biri olarak görmesindeki neden budur.

Atatürk, cumhuriyetçilik ilkesiyle ilgili görüşlerini birçok kez dile getirmiştir:

"Türk Milleti, halk idaresi olan cumhuriyetle idare olunur." (Afet İnan-Medeni Bilgiler ve M. Kemal Atatürk'ün El Yazılan sh. 352)

"Türk Milleti'nin yaradılışına ve karakterine uygun idare, cumhuriyet idaresidir. Bu günkü Hükümetimiz doğrudan doğruya milletin kendi kendine, kendiliğinden yaptığı bir devlet teşkilatı ve hükümetidir ki, onun adı cumhuriyettir. Artık hükümet ve millet arasında geçmişteki ayrılık kalmamıştır. Yönetim halk, halk yönetim demektir." (Söylev ve Demeçler C.III. sh. 75, C. II sh. 230)

"Demokrasi prensibi, egemenliği kullanan araç ne olursa olsun, esas olarak milletin egemenliğine sahip olmasını ve sahip kalmasını gerektirir. Bizim bildiğimiz demokrasi siyasaldır. Onun hedefi, milletin idare edenler üzerindeki kontrolü sayesinde siyasal özgürlük sağlamaktır." (Afet İnan-M. Kemal Atatürk'ten Yazdıklarım, sh. 71,73)
Halkçılık:
Devrim tarihimizde önemli bir yeri olan 1924 ve 1961 Anayasalarında da yer alan halkçılık ilkesi, demokrasinin temelini oluşturmaktadır. Bu ilkenin ana özelliği ülke yönetiminin halkın elinde bulunmasıdır.
Egemenlik bir zümre ya da ailenin elinde bulunmaz, halkın seçimle iş başına getirdiği kişiler, ülkeyi yönetir. Halkçılık;
1.)Ülke yönetiminin demokratikliği,
2.)Birey ve sınıflara ayrıcalık tanınmaması, gibi öğelerden oluşmakta.
Eğitim yoluyla aydınlanmış halk, ulusal egemenliğin güçlenmesi ve demokrasimizin yaşamasında tek ve gerçek güvencedir.

Halkçılık, Atatürk'ün önemle üstünde durduğu bir ilkeydi. Bu önemi açıklamalardan anlıyoruz:
"Halkçılık demek, devletin bütün kudret ve egemenliğinin halktan geldiğini, Türk camiası içinde, fert, aile ve sınıf ayrıcalığı bulunmadığını, kanun önünde herkesin eşit olduğunu İfade etmek demektir. Bu formül demokrasinin ifadesidir." (A. Rıza Türel-İzmir Barosu Dergisi Sayı 8, sh. 413)

"Türkiye Cumhuriyeti'ni kuran Türkiye halkına Türk Milleti denir." (Afet İnan-Medeni Bilgiler ve M. Kemal Atatürk'ün El Yazıları sh. 351) "Türkiye halkı, ırkça, dince ve kültürce ortak, birbirlerine karşılıklı hürmet ve fedakârlık hisleriyle dolu, kaderleri ve menfaatleri müşterek olan sosyal bir toplumdur." (Söylev ve Demeçler C. I. sh. 221)

"Bence, bizim Milletimiz, birbirinden çok farklı çıkarları olan ve bu itibarla birbirleriyle mücadele halinde buluna gelen çeşitli sınıflara malik değildir. Mevcut sınıflar birbirinin tamamlayıcısı niteliğindedir." (Söylev ve Demeçler C.II. sh. 82)
Laiklik:
"Din ve devlet işlerinin birbirinden ayrılması" şeklinde özetlediğimiz lâiklik ilkesi, Türk Devriminin vazgeçilmez bir unsurudur. Demokratik olmanın da gereği...

Atatürk'e göre din, insanların vicdanlarında yer alması gereken kutsal bir kavramdır. Bu düşünceden yola çıkan Gazi 31 Ocak 1923'de şu sözleri söylüyordu:

"Bizim dinimiz en makul ve en tabii dindir. Ve ancak bundan dolayıdır ki, son din olmuştur. Bir dinin tabi olması için akla, fenne, ilme ve mantığa uyması gereklidir. Bizim dinimiz bunlara tamamen uygundur."
Genç Türkiye Cumhuriyeti Devletinin sağlam temeller üzerine oturtulabilmesi için, ilk önce devletin kurum ve kuruluşlarının laikleştirilmesi gerekiyordu.
DEVLETİN LÂİKLEŞTİRİLMESİ
1.)Samsun’a çıkış. Amasya kararları, Erzurum, Sivas Kongreleri ile ulusun kendi kaderini kendisinin belirlemesi ilkesinin vurgulanması.
2.)23 Nisan 1920'de T.B.M.M.'nin açılması. "Egemenlik kayıtsız şartsız ulusundur" ilkesinin kurtuluşun ve kuruluşun simgesi olması.
3.)20 Ocak 1921 Anayasasının kabulü.
4.)1 Kasım 1921 Saltanatın kaldırılması.
5.)29 Ekim 1 923 Cumhuriyetin ilânı.
6.)3 Mart 1924 Hilafetin kaldırılması.
7.)20 Nisan 1924 Anayasasının kabulü.
8.)10 Nisan 1928 Anayasadan Türkiye Devletinin "Dinî islâmdır" hükmünün çıkarılması.
9.) 5 Şubat 1937 Anayasada değişiklik yapılarak Türkiye Devletinin cumhuriyetçi, milliyetçi, halkçı, devletçi, lâik ve inkılâpçı olduğu hükmünün Anayasaya konması.
HUKUKUN LÂİKLEŞTİRİLMESİ
1.)8 Nisan 1924 Şer'î mahkemelerinin kaldırılması.
2.)30 Kasım 1925 Tekke ve Zaviyelerin kapatılması
3.)17 Şubat 1926 Türk Medeni Kanununun kabulü.
4.)22 Nisan 1926 Borçlar Kanununun hazırlanması.
5.)24 Kasım 1929 İcra, İflas Kanunlarının kabulü.
6.)15 Mayıs 1929 Deniz Ticaret Kanununun kabulü.
7.)5 Aralık 1934 Kadınlara Seçme ve Seçilme hakkının verilmesi.
EĞİTİMİN LAİKLEŞTİRİLMESİ
1.)3 Mart 1924 Tevhid-i Tedrisat (Öğrenimin Birleştirilmesi) Kanunu
2.)5 Kasım 1925 Ankara Hukuk Fakültesinin açılması.
3.)26 Aralık 1925 Uluslararası Takvim ve Saatin kabul edilmesi.
4.)24 Mayıs 1928 Lâtin rakamlarının kabulü.
5.)1 Kasım 1928 Lâtin alfabesinin kabulü.
6.)10 Haziran 1933 Maarif Teşkilatı Hakkındaki Kanun’un kabulü.
7. )1 Ağustos 1933 Üniversiteler Kanununun çıkarılması, Darülfûnun'un kaldırılması. İstanbul Üniversitesinin kurulması.
KÜLTÜRÜN LÂİKLEŞTİRİLMESİ
Kültürde lâikleşmenin yollan aranırken elbette örf ve âdetlere bağlı kalınacaktı. Tarihten gelen hiçbir şey yok edilmeyecekti.
İşte bu düşünceden yola çıkılarak;

1.)30 Kasım 1925 tarihinde 677 sayılı Kanun ile Meclis tarikatları yasaklıyor, tekke, türbe ve zaviyeler kapatılıyordu.
2.)25 Aralık 1925 tarihinde de Meclis tarafından şeyhlik, seyyitlik, üfürükçülük, dervişlik, emirlik, falcılık, büyücülük, muskacılık gibi san ve sıfatların kullanılması ve bunlara ait özel kıyafetlerin giyilmesi yasaklanıyordu.

Atatürk'ün laiklikle ilgili görüşlerini Söylev ve Demeçlerinden aktarıyoruz.

“Mensubu olmakla mütmain (tatmin) ve mesut bulunduğumuz İslâmiyet dinini yüzyıllardan beri alışılmış olduğu üzere bir politika aracı durumundan kurtarmak ve yüceltmenin kesin elzem olduğu gerçeğini gözlüyoruz. Kutsal ve tanrısal olan inanç ve vicdâni kanaatlanmızı, karışık ve dönek olan her türlü çıkar ve tutkusuna sahne olan politikacılardan ve politikanın bütün organlarından bir an evvel ve kesinlikle kurtarmak, milletin dünyevî ve uhrevî (ahretle ilgili) saadetinin emrettiği bir zorunluktur." (Söylev ve Demeçler C. I. sh. 330)

“Din lüzumlu bir müessesedir. Dinsiz biri milletin devamına imkân yoktur. Yalnız şurası var ki, din, Allah ile kul arasındaki bağlılıktır. Softa sınıfının din simsarlığına müsaade edilmemelidir. Dinden maddî menfaat temin edenler, iğrenç kimselerdir. İşte biz bu duruma karşıyız ve buna müsaade etmiyoruz." (Kılıç Ali-Alatürk'ün Hususiyetleri, sh. 116)
"Artık Türkiye, din ve şeriat oyunlarına sahne olmaktan çok yüksektir. Bu gibi oyuncular varsa kendilerine başka taraflarda sahne arasınlar." (Söylev ve Demeçler C. III. sh. 76)

Devrimcilik:

Devrimcilik ilkesi, Atatürk İlkeleri arasında; eylem ve atılım gibi kavramları içerisine alan tek ilkedir.

Atatürk, Büyük Söylevinin sonunda:

"Bu açıklamalarımla ulusal yaşamı sona ermiş varsayılan büyük bir ulusun bağımsızlığını nasıl kazandığını ve bilim ve tekniğin en son esaslarına dayalı ulusal ve çağdaş bir devleti nasıl kurduğunu anlatmaya çalıştım," diyerek çağdaş devlet kavramıyla devrimcilik ilkesinin şaşmaz işaretini veriyordu.

Çağdaş devlet kuran bir ulusun, çağ dışı niteliklerden kurtulması gerekirdi. İşte, Türk ulusunun, çağdışı niteliklerden kurtulmak, çağdaşlaşmak için giriştiği atılımların tümü devrimcilik ilkesinin kapsamı içine girer.

Devrimcilik, Atatürk İlkelerinin hemen hemen tümüyle birleşir. Bütün bu ilkelerin ya neden ya sonuç olarak devrimcilikle sıkı bir ilintisi vardır. Bu bakımdan devrimcilik, Atatürk İlkelerinin tümünü gerçekleştirmeye, korumaya ve yaşatmaya kesin kararlılıktır. Devrimleriyle yolumuzu aydınlatan Atatürk'ün bu konudaki görüşleri şöyle:

"Yaptığımız ve yapmakta olduğumuz inkılâpların gayesi Türkiye Cumhuriyeti halkını tamamen modern ve bütün anlam ve biçimi ile uygar bir toplum haline getirmektir. İnkılâbımızın asıl hedefi budur. Bu gerçeği kabul etmeyen zihniyetleri darmadağın etmek zorunludur. Şimdiye kadar milletin beynini paslandıran, uyuşturan ve bu zihniyette bulunanlar olmuştur. Herhalde zihniyetlerde mevcut hurafeler tamamıyla kovulacaktır. Onlar çıkarılmadıkça beyinlere gerçeğin ışıklarını sokmak imkânsızdır." (Söylev ve Demeçler C. II. sh. 69)

"... Mes'ut inkılâbımızın aleyhinde düşünce ve duygu taşıyanları aydınlatıp, doğru yolu göstermek, aydınlara düşen millî görevlerin en önemlisi ve birincisidir." (Söylev ve Demeçler C. II. sh. 69) "

"...Memleket davalarının ideolojisini, inkılâplarımız yönünden anlayacak, anlatacak, nesilden nesile yaşatacak kişi ve kurumları yaratmak lâzımdır." (Söylev ve Demeçler C. I. sh. 386)

Milliyetçilik:

Milliyetçilik ilkesi ulusal savaşımızın çıkış noktasını oluşturmuş ve tüm tutsak ulusların kurtuluş hareketlerine ışık tutmuştur. Fransız Devriminden sonra dünyaya yayılan özgürlük düşüncesinin tarihsel gelişimi içinde her ulusun kendi kaderini çizme inancının doğal bir sonucudur bu ilke. Türk halkının ümmet olmaktan kurtulup ulus haline gelmesi, Atatürk sayesinde olmuştur. Atatürk'ün ulusuna inancı sonsuzdu. Ulusu ulus yapan öğelerin başında ise, ortak değerler gelir. Milliyetçilik sözcüğü, bu değerleri de içine almakta. O, devrim ve ilkelerinin, ulusa rağmen değil, ulusla birlikte yaşayacağını biliyordu. Bu nedenle yeniliklerin ancak ve ancak ulus tarafından benimsenmesi ile sonsuza kadar yaşayacağı inancındaydı.

Zaten bugün, Atatürk İlkeleri arasında yer alan milliyetçilik, çağdaş anlamıyla; siyasetin ekonominin ve kültürün içinde yerini almıştır.

"Türk milliyetçiliği, bütün çağdaş milletlerle bir ahenkte yürümekle beraber, Türk toplumunun özel karakterini ve başlı başına bağımsız kimliğini korumayı esas sayar. Bu nedenle millî olmayan akımların memlekete girmesini ve yayılmasını isteriz." (Ş. Süreyya Aydemir-Tek Adam C. III. sh. 450)

"Biz doğrudan doğruya milliyetperveriz, Türk milliyetçi siyiz. Cumhuriyetimizin dayanağı Türk topluluğudur. Bu toplumun fertleri ne kadar Türk kültürü ile dolu olursa o topluma dayanan cumhuriyet de o kadar kuvvetli olur." (Afet İnan-M. Kemal Atatürk'ten Yazdıklarım sh. 88)

"Diyarbakırlı, Vanlı, Erzurumlu, Trabzonlu, İstanbullu, Trakyalı ve Makedonyalı, hep bir milletin evlatları, hep aynı cevherin damarlarıdır." (M. Kemal Kop-Atatürk Diyarbakır'da sh. 4)

Devletçilik:

Anayasamızda yer alan devletçilik ilkesi; toplumsal, ekonomik ve kültürel kalkınmada devletin üstlenmesi gereken görevleri açıklar. Genel anlamı ile, özel girişimin yetki ve gücü dışında kalan ekonomik kalkınma ve örgütlenmeyi gerçekleştirme ilkesidir.
Genel olarak devletin iki ödevi vardır;
a)Ülke içinde güvenliği ve adaleti sağlayarak, yurttaşların özgürlüğünü ve güvenliğini korumak.
b)Savunma için her an hazır bulunmak ve başka çare kalmazsa ülkeyi silâhla savunmaktır.
Bunlardan başka devletin, bayındırlık, eğitim, kültür, sağlık, tarım, ticaret ve sanayiye ilişkin ekonomik etkinliklerde de görevleri bulunmaktadır.

Atatürk, devletçiliği şöyle açıklar:

"Bizim takip ettiğimiz devletçilik, bireysel çalışmayı ve gayreti esas tutmakla beraber, mümkün olduğu kadar az zaman içinde milleti refaha ve memleketi bayındırlaştırabilmek için, milletin genel ve yüksek çıkarlarının gerektirdiği işlerde özellikle ekonomik sahada devleti fiilen ilgili kılmak mümkün esaslarımızdandır."

Devletçilikle ilgili dile getirdiği diğer ifadeler ise şöyledir:

"Bizim izlemeyi uygun gördüğümüz devletçilik prensibi bütün üretim ve dağıtım araçlarını fertlerden alarak milleti büsbütün başka esaslar içinde düzenlemek amacını güden, özel ve kişisel ekonomik teşebbüse ve faaliyete meydan bırakmayan sosyalizm prensibine dayalı kolektivizm, komünizm gibi bir sistem değildir. Özet olarak bizim güttüğümüz "devletçilik" ferdi çalışma ve faaliyeti esas tutmakla beraber, mümkün olduğu kadar az zaman içinde milleti refaha, memleketi bayındırlığa eriştirmek için, milletin genel ve yüksek menfaatlerinin gerektirdiği işlerde özellikle ekonomik alanda, devleti fiilen ilgilendirmektir."

“… Devletin siyasal ve düşünsel hususlarda olduğu gibi bazı iktisadi işlerde de düzenleyici rolü prensip olarak kabul edilmelidir. Buradaki güçlük; devlet ile ferdin karşılıklı faaliyet alanlarını ayırmaktır. Devletin faaliyet sınırını çizmek ve dayanacağı kuralları tespit etmek, diğer yandan da vatandaşın ferdi teşebbüs ve faaliyet özgürlüğünü kısıtlamak, devleti yönetmekle yetkili kılınanların düşünüp tayin etmesi gereken bir meseledir. Prensip olarak devlet, ferdin yerine geçmemelidir. Fakat, ferdin gelişmesi için genel şartları göz önünde bulundurmalıdır. Bir de ferdin kişisel faaliyeti, ekonomik gelişmenin esas kaynağı olarak kalmalıdır. Fertlerin gelişmesine engel olmamak, onların her bakımdan olduğu gibi özellikle ekonomik alandaki özgürlük ve teşebbüsleri önünde, devletin kendi faaliyeti ile bir engel vücuda getirmemesi, demokrasi prensibinin önemli esasıdır. O halde diyebiliriz ki, ferdî teşebbüs gelişmesinin bir engel karşısında kalmaya başladığı nokta, devlet faaliyetinin sınırını teşkil eder. Bu bakımdan genellikle belli zaman ve alanda sürekli bir özel nitelik gösteren ekonomik bir işi, devlet üzerine alabilir." (Afet İnan-M. Kemal Atatürk'ten Yazdıklarım, sh. 66, 67)

Atatürk Devrimleri

ATATÜRK DEVRİMLERİ

Atatürk askeri bir dahi ve karizmatik bir lider olduğu gibi, aynı zamanda büyük bir devrimciydi. O dönemlerde, Türkiye Cumhuriyetinin çağdaş medeniyetler seviyesine ulaşabilmesi ve kültürel açıdan gelişmiş toplumların aktif bir üyesi olabilmesi için, modernize edilmesi çok önemli idi. Mustafa Kemal ülkesindeki yaşamı modernize etmiştir. Atatürk 1924 ile 1938 yılları arasında, insanlarının kurtuluşları ve hayatta kalabilmeleri için yaşamsal öneme sahip olan devrimleri hayata geçirmiştir. Tüm bu devrimler, Türk halkı tarafından büyük bir coşku ile karşılanmıştı.

Harf Devrimi

Atatürk'ün gerçekleştirmiş olduğu en önemli devrimlerden birisi, Arap alfabesinin kaldırılması ve Latin alfabesinin kabul edilmesi olmuştur. 3 Kasım 1928 tarihinde, yeni Türk Alfabesi kabul edilmiştir.

Kıyafet Devrimi

Kıyafet devrimi ile birlikte, kadınlar çarşaf giymekten vazgeçerek, modern kadın elbiseleri giymeye başladılar. Erkekler ise fes yerine şapka giymeye başladılar.

Hukuk Sisteminin Laikleştirilmesi

1920 yılında kurulmuş olan yeni Türkiye Devletinin yeni bir hukuk sistemine ihtiyacı vardı. Atatürk, Şeriat Kanununun yerine İsviçre Medeni Kanununu getirmiş, o dönemde geçerli olan ceza yasasının yerine ise İtalyan Ceza Yasasını getirmiştir. Türk Hukuk Sistemi ise tüm çağdaş gereksinimler Çerçevesinde modernize edilmiştir.

Öğrenimin Laikleştirilmesi

19. Yüzyıl başlarına dek, Osmanlı İmparatorluğu bünyesinde çeşitli eğitim sistemleri uygulanmaktaydı. Atatürk İslami eğitim veren medrese sisteminin yeni toplumun ihtiyaçlarına cevap veremeyeceğini gördü. Bu nedenle, batı modellerine benzeyen yeni bir eğitim sisteminin oluşturulması gerekliydi. Böylece, mevcut sistem değiştirilerek 1933 yılında bir üniversite reformu gerçekleştirilmiştir.

Kadınlara Sağlanan Medeni Haklar

Atatürk Devrimleri ile birlikte, yüzyıllar boyunca ihmal edilmiş olan Türk kadınına yeni haklar tanınmıştır. Böylece kabul edilmiş olan medeni kanun gereğince bundan böyle kadınlar da erkeklere tanınan haklara sahip olacaklar, resmi görevlere atanabilecekler, oy verme ve Millet Meclisine seçilebilme hakkına sahip olabileceklerdir. Tek eşlilik ilkesi ve kadınlara tanınan eşit haklar, Türk toplumuna bir canlılık kazandırmıştır.

Atatürk'ün Türk Tarihi ile ilgili Çalışmaları

Kültürel alanda bir tür milliyetçilik anlamındaki yazı devrimi sonrasında, Atatürk tarih konusuna ağırlık verdi ve 1931 yılında Türk Tarih Kurumunu kurdu. Burada, Türkiye Tarihi kapsamlı bir şekilde incelenmekte ve değerlendirilmektedir. Bunların dışında, Yeni Takvim, Ağırlıklar ve Ölçüler, Tatiller ve Soyadı Kanunu gibi diğer birçok devrimler de gerçekleştirilmiştir. Bu konudaki bazı örnekler arasında 1924 Hafta sonu Yasası, 1925 Uluslararası Zaman ve Takvim Sistemi, 1926 Borçlar Kanunu ve Ticaret Kanunu, 1933 Ölçü Sistemleri ve 1934 Soyadı Yasası sayılabilir. 1932 yılında Büyük Millet Meclisi tarafından kabul edilen yasa gereğince Türkler soyadı aldılar ve Milletin liderine de "Türklerin Babası" anlamına gelen Atatürk soyadı verildi.

Ata'nın Naaşı (Yeni)





Ata'nın Naaşı

Kefen sıyrıldı ve... Özel solüsyonla ıslatılmış pamuk kitlesi kaldırılınca Ata’nın yüzü ortaya çıktı. Derisi kahverengi bir hal almış, ama hatları bozulmamıştı. Sanki uyuyordu... 8 Kasım 1953 Pazar gecesi saat 23.00'da Prof. Dr. Kamile Sevki Mutlunun ev telefonu çaldı. Prof. Mutlu, Ankara Tip Fakültesi Histoloji ve Ambriyoloji Kürsüsü Bask ani’ydi. Patologdu. Arayan ise, Ankara Valisi Kemal Aygün'dü... Aygün, "Hocam" dedi, "10 Kasım günü Atamızın naşını Anıtkabir’e taşıyacağız. Bunun için bir komite kurduk. Naşı geleneklere uygun olarak toprağa defnedeceğiz. Ancak bozulmadan korunduğunu belgelemek için muayene etmenizi rica ediyoruz." Prof. Mutlu önce reddetti Mutlu, o sırada 40 derece ateşle yatıyordu. Hastalığını gerekçe göstererek bu görevi bir başka meslektaşının yapmasını rica etti. Ancak Vali Aygün ısrarcıydı: "Ben sizi sarar sarmalar götürürüm, bu tarihi bir görev" dedi. Mutlu kabul etti ve 9 Kasım sabahı Etnografya Müzesi'ne gitti. Başbakan Adnan Menderes oradaydı. Meclis Başkanı Refik Koraltan ve eski başkan Abdülhalik Renda da... Mutlu, görevden affini istemekle ne büyük hata ettiğini o zaman anladı. Gerçekten tarihi bir tanıklıktı bu... Ata’nın gül ağacından tabutu, 4 Kasım günü, geçici kabrinden çıkarılıp müzenin holündeki mermer katafalka konulmuştu. Bir hafta boyunca sırayla öğrenciler, subaylar ve generaller katafalk başında nöbet tutmuştu. Nihayet tabutun açılma günü gelip de komite üyeleri tamam olunca Prof. Kamile Mutlu "Başlayın" talimatını verdi. Bunun üzerine tabutun vidaları söküldü. Tahta tabutun içinde madeni bir sanduka bulunuyordu. Bu sandukada gaz birikmiş olma ihtimali düşünülerek önce bir burgu ile delik açıldı. Gaz ya da koku çıkmadı. Sanduka Talas doluydu Sandukanın içi, muhafaza solüsyonu ile ıslatılmış tahta talaşı doluydu. Bu Talas, naşın ayak yönüne doğru toplandı. Talaşın arasında, ağzı kapalı ve içi sıvı dolu bir sise bulundu. Bu, cesedi muhafaza için kullanılan solüsyondan bir numuneydi. Üzerinde terkibi yazılıydı. Ata’nın naşı beyaz kefene sarılmış, sonra kahverengi bir muşambayla kaplanmıştı. Sargıları açmaya başladılar. Herkes nefesini tutmuştu. Çünkü "Naaş çürüyüp bozulmuş, çıkan gazlar tabutu patlatmış, nöbetçi er, kokudan bayılmış" diye bir sürü söylenti geziniyordu. Ve 15 yıl sonra ilk kez Ata’nın yüzünü göreceklerdi. Kefenin sargıları aralanınca Prof. Kamile Sevki Mutlu, orada bulunanların yardımıyla katafalka çıktı ve Atatürk'ün yüzüne baktı. Ata’nın derisi kahverengi bir hal almış, ama yüz hatları bozulmamıştı. Menderes sapsarı olmuştu Prof. Mutlu, gördüğü tabloyu daha sonra söyle anlatacaktı: "Yüzünü örten ıslak pamuk kitlesi kaldırılınca Ata’nın heykel gibi duran yüzü ile karsılaştım. Uzun sari saçlarından ince bir tutam, sol göz kapağının üzerine düşmüştü. Atatürk, Dolmabahçe Sarayı’ndaki yatağında uyuyor gibiydi." Prof. Mutlu, kenarda bekleyen komite üyelerini tabutun basına çağırdı. Onlar da tek tek tabutun içine baktılar. En basta Başbakan Adnan Menderes vardı. Koyu renk takim elbisesi içindeki Menderes de yanındakilerin yardımıyla katafalka çıktı, ürkek bir şekilde aşağı, tabuta doğru baktı. O an ne olduğunu Prof. Kamile Mutlu'dan aktaralım: "Menderes çok heyecanlandı. Rengi sapsarı oldu. Bir de baktım ki, müzenin kapısına doğru gidiyor. Atatürk'ün yüzüne bakmadı. Tahmin ediyorum, kendinde o kuvveti bulamadı. En sona Abdülhalik Renda kalmıştı. O da Ata'yla karsı karsıya gelir gelmez tabutun yanına yığılıverdi." Tabuta konulacak mektup Salondaki herkes Atatürk'ü tek tek gördükten sonra naaş, tekrar solüsyonla ıslatıldı. Ata’nın bası pamuklarla örtüldü ve vücudu beyaz kefenle sarıldı. Bu sırada bir komiser, orada görevli adli tip doçenti Dr. Cahit Özen'in yanına yaklaşıp avucunda taşıdığı bir kâğıdı gösterdi ve söyle dedi: "Bu kâğıdı, Atatürk'ün hemşiresi Makbule Hanim gönderdi. Kefenin içine Atatürk'ün göğsü üstüne konmasını istiyor." Doç. Özen, kâğıda bir göz attı. Eski Türkçe bir şeyler yazılıydı. "Böyle bir kâğıdı Atatürk kabul etmez. Bize kızar, darılır" dedi. Komiser kâğıdı katlayıp cebine koydu ve uzaklaştı. Bütün işlemler bittikten sonra salonda bulunanlar naşın iki yanından geçip hep bir ağızdan besmele çektiler ve cesedi yeni tabuta yerleştirdiler. Bu tabut da 15 yıl içinde yattığı büyük gül ağacı tabutun içine konuldu. Üzeri bayrakla örtüldükten sonra kapağı kapatıldı. Ve 10 Kasım sabahı, Ata’nın naaşsı 15 yıl önce onu Dolmabahçe'den Ankara'ya taşıyan top arabasına yerleştirilip son durağı olacak Anıtkabir’e taşındı. Artik ebediyen orada kalacaktı... Atatürk'ün tabutu, Menderes'in huzurunda açılmıştı Bu yıl Cumhuriyet'in 83. yıldönümü. Atatürk'ün ölümünün ise 68. yıldönümü. Ayni zamanda Atatürk'ün ebedi istirahatgâhi olan Anıtkabir’e naklinin de 53. yıldönümü... 53 yıl önce bugün, saat 9'u 5 geçe başlayan bir törenle Ata’nın 15 yıl Etnografya Müzesi'nde bekletilen naşı, 12 askerin omuzları üzerinde oradan alınmış ve 136 asteğmenin çektiği bir top arabası ve matem marsı eşliğinde Anıtkabir’e taşınmıştı. Radyodan naklen yayımlanan o görkemli tören, en az 15 yıl önceki kadar hüzünlüdür. Ancak o törenden hemen önce yaşananlar, tarihçilerin pek ilgisini çekmemiştir. Bilindiği gibi, Anıtkabir yapılana dek, Atatürk'ün naşının korunabilmesi için "tahnit" denilen bir işlem yapılmıştı.

Gülhane Patolojik Anatomi profesörü Dr. Lütfi Aksu tarafından gerçekleştirilen bu işlem sırasında naşa, şırıngayla özel bir formül enjekte edilmiş ve üzerine formüllerin yapıştırıldığı iki küçük ilaç şişesi, Ata’nın koltuk altlarına yerleştirilmişti. Bu işlem sayesinde Ata’nın naşı da - diyelim bugün Lenin'in mozolesinde olduğu gibi - öldüğü günkü haliyle korunabilirdi. Ancak İslam dini, ölünün defnini şart koştuğundan, geçici tahnitin bozulması şarttı. Nakilden önce, bu işlem için bir komite kuruldu. O komite, törenden bir gün önce, Başbakan Adnan Menderes'in huzurunda Atatürk'ün tabutunun açılmasını kararlaştırdı. Tabut açılınca tahnit bozulacak ve ceset çürümeye başlayacaktı. Bir başka deyişle Atatürk'ün (mumyalanmış gibi) korunmuş naşını son görenler, o törene katılanlar olacaktı. Atatürk'le ilgili belgesel çalışmaları sırasında o törene katılanların bir kısmıyla konuşmuştuk. Bu yazıda yer alan bilgilerin bir kısmi o tanıklıklara, önemli bir bölümü ise değerli Atatürk araştırmacısı Prof. Dr. Utkan Kocatürk'ün, Prof. Dr. Kamile Sevki Mutlu ile yaptığı sohbetten aktardıklarına dayanıyor. Ata’nın yarım asır önceki son yolculuğu, sanırım bu ayrıntılarla daha da ilginç bir boyut kazanıyor. Atatürk'ü son görenler anlatıyor: 'Yüzünde iki günlük sakal vardı' Osman Ersoy ve Halide İntepe, 10 Kasım 1953'te Etnografya Müzesi'nde asistan olarak çalışıyorlardı. O yüzden 50 yıl önceki o töreni ve tabutun içindeki Atatürk'ü son kez görme fırsatı buldular. İzlenimlerini söyle anlattılar:

• OSMAN ERSOY: "Sağlığında görmemiştim Atatürk'ü... Korkunç heyecanlıydım. Biz çalışanlar, asistanlar, memurlar sıra ile katafalka çıktık. Oldukça sararmış ve küçülmüş bir çehre... 1 - 2 günlük sakalı vardı. Kasları fevkalade iyi şekilde fark ediliyordu." Gözleri aralıktı

• HALİDE İNTEPE: "Tabut kapanmadan en son gittim baktım. Bası yana doğru eğikti. Yüzü hiç bozulmamıştı. Azıcık sakalları çıkmıştı. Hani insan hasret giderek ölürse, gözleri aralık kalırmış ya, öyle aralıktı gözleri... Ama bir ölü yüzü yoktu. Uyuyor gibiydi."

ALINTIDIR













Anılarla Atatürk



ANILARLA ATATÜRK

HAPI YUTARDI


Atatürk Galatasaray Lisesi'nde öğrencilerden birine sordu:
-Nil olmasaydı, Mısır ne olurdu?
Öğrenci,çabuk yanıt vermek için boş bulunup:
-Hapı yutardı...dedi.
Bu yanıt Atatürk'ün hoşuna gitti.Öğrenciye on numara verdi.

YURDUMUN TOPRAĞI TEMİZDİR

Kral Edvard İstanbul'a geldiği zaman,yatından bir motora binerek Dolmabahçe Sarayına yanaştı.
Atatürk rıhtımda onu bekliyordu.Deniz dalgalıydı.Kralın bindiği motor,inip çıkıyordu.
İmparator rıhtıma çıkmak istediği bir sırada,eli yere değerek tozlandı.
O sırada Atatürk elini uzatmış bulunuyordu.
Bunu gören Kral bir mendille elini silmek istediği zaman Atatürk:
-Yurdumun toprağı temizdir,o elinizi kirletmez,diyerek Kralı elinden tutup rıhtıma çıkardı.

DEVRİM BİR ANDA OLUR YA DA OLMAZ


Atatürk yazı devrimini gerçekleştirmişti.
Yaşlı,genç,kadın,erkek tüm yurttaşlar yeni harfleri öğrenmek için gece gündüz kurslara gidiyorlardı.
Devrimi izleyen iki yıl içinde bir buçuk milyon vatandaş okur yazar olmuştu.
yazı devriminin en dikkate değer yanı,Atatürk'ün bu devrimin yerleşmesinde en ufak bir ihmali bile kabul etmemiş olmasıdır.
Örneğin bazı kimseler kendisine:
-Paşam,ilkokulların ilk sınıflarından itibaren yeni harflerle öğretime başlayalım.
O kuşakla birlikte ortaokulu,liseyi ve üniversiteyi izletelim,diyorlardı.
Atatürk bu görüş ve düşüncelerin hiçbirisine yanaşmadı. -Devrim ya bir anda olur,yada hiç olmaz,dedi.

YAPACAKLARIMDAN SÖZ EDİN

Bir soruşturma dolayısıyla,Atatürk'ün başardığı işlerden Vasıf Çınar söz açmıştı.
Kendisine Sordu:
-Sizin en büyük eseriniz hangisidir?
Atatürk'ün kısa cevabı şu olmuştu:
-Benim yaptığım işler,biri ötekine bağlı gerekli olan işlerdir.Fakat,bana yaptıklarımdan değil,
Yapacaklarımdan söz edin.

BAŞÖĞRETMEN ATATÜRK

Yazı devriminden sonra(1928),Atatürk'ün kara tahta başındaki resmi görülünce,O'na "başöğretmen" denilmeye başlanmıştı.
Aslında,adlandırmada geç kalınmıştı.
Kurtuluş Savaşı'ndan hemen sonra,bir İstanbul gazetecisi kendisine şöyle bir soru yöneltmişti:
-Yurdu kurtardınız.Şimdi ne yapmak istrerdiniz?
Hiç duraklamadan şu cevabı vermişti:
-Milli Eğitim Bakanı olarak Türk Kültürünü Yükseltmeye çalışmak,en büyük amacımdır.
Ondan sonra Atatürk nerede görünse,mutlaka orada bir okula girer,öğretmen ve öğrencilerle konuşurdu.
Birgün Atatürk'ün yolu köy okuluna düştü.Tek sınıflı okulda bir genç öğretmen ders veriyordu.
Atatürk sınıfa girince,öğretmen kürsüsünü terk etti.
Atatürk:
-Hayır,yerinizde oturunuz ve dersinize devam ediniz,dedi.Eğer izin verirseniz,bizde sizden faydalanmak isteriz.Sınıfa girdiği zaman,Cumhurbaşkanı bile öğretmenden sonra gelir.

10. Yıl Marşı

10. YIL MARŞI

Çıktık açık alınla on yılda her şavaştan;
On yılda on beş milyon genç yarattık her yaştan.
Başta bütün dünyanın saydığı Başkumandan;
Demir ağlarla ördük Ana yurdu dört baştan.

Türk'üz Cumhuriyet'in göğsümüz tunç siperi,
Türk'e durmak yaraşmaz, Türk önde Türk ileri.

Bir hızla kötülüğü geriliği boğarız,
Karanlığın üstüne güneş gibi doğarız.
Türk'üz bütün başlardan üstün olan başlarız;
Tarihten önce vardık, tarihten sonra varız.

Türk'üz Cumhuriyet'in göğsümüz tunç siperi,
Türk'e durmak yaraşmaz, Türk önde Türk ileri.

Çizerek kanımızla öz yurdun haritasını,
Dindirdik memleketin yıllar süren yasını.
Bütünledik her yönden istiklâl kavgasını.
Bütün dünya öğrendi, Türklüğü saymasını.

Türk'üz Cumhuriyet'in göğsümüz tunç siperi,
Türk'e durmak yaraşmaz, Türk önde Türk ileri.

Örnektir milletlere açtığımız yeni iz;
İmtiyazsız, sınıfsız kaynaşmış bir kütleyiz;
Uyduk görüşte bilgiye, gidişte ülkeye biz;
Tersine dönse dünya yolumuzdan dönmeyiz.

Türk'üz Cumhuriyet'in göğsümüz tunç siperi,
Türk'e durmak yaraşmaz, Türk önde Türk ileri.

Söz : Behçet Kemal ÇAĞLAR
Faruk Nafız ÇAMLIBEL

10 Kasım Şiirleri


10 Kasım Şiirleri

10 Kasım

Yıl otuz sekiz On Kasım Perşembe
Hatırdan çıkmayacak bir sonbahar.
Sarsılıyor İstanbul yedi tepe,
Yaman esmiş Dolmabahçe'de rüzgar.

Gerçek olamaz, olsa olsa bir düş,
Dokuzu beş geçe Atatürk ölmüş.
Böyle toptan bir yas nerede görülmüş,
Beraber ağlıyoruz kurtlar, kuşlar.

Bu memlekete en çok hizmet eden,
Bu aşk ile dağlara gücü yeten,
On sekiz milyonun omzunda giden
Atam, Ankara sırtlarında yatar.

10 Kasım


Bir bulut inmiş, beyaz,
Karlı dağlar başına.
Her 10 Kasım sabahı,
Bir ateş düşer, döşüme.

Nerdesin, ey Ata'm nerede?
Sensiz millet, öksüz burada.

Sanat, ilim, fen seninle.
Sevinen, gülen seninle.
Olmak isterdik inan,
Ebediyen seninle.

Dağların, ak başı kar mıdır?
Kuşlar, Ata'mdan haber, var mıdır?

Yarım bıraktığın işler,
Bugün, sanki seni bekler.
Zengin millet hayalin,
Acep, neden emekler?

Sen gelmiyorsan, bir haber gönder.
Kim içimizdeki, Atatürk gibi önder?

10 KASIM

Ben hiç 10 Kasım'a
“Günaydın” demem ki
Ben sensiz 23 Nisan'a
Hoş geldin diyemem ki

Seni özlesek bile
Elden ne gelir ki
Bir daha senin gibi
Gelecek mi ne belli

Bak 10 Kasım yine geldi
Gözlerde yaşlar tükendi
Aradan 78 yıl geçse bile
Senin hatıran hiç bitmedi

Sabahlar her zaman güzeldir
Seni hatırlatmadıkça
Günaydın denir ama
10 Kasım olmayınca

10 Kasım 1952

Sabahlar, her zaman güzel değildir,
Her zaman ayrılık akşamla gelmez.
Al atlar sırtında hoyrattır fecir,
Hoyrattır, ne kalbler kırmıştır, bilmez.
Sabahlar her zaman güzel değildir.

Vakti, bir yerinden bölünce şafak
İri ve rüyalı gözlerle müphem;
Nur olmuş içimde sanırım ak pak
Ayrı bir mânada korktuğum adem,
Eski düşüncemde,rahat ve uzak.

Fethe çıkmış gibi duyarım birden
Eşsiz gururunu bir cihangirin.
Ufuklar üstünde yüzen tekbirden
Vatanca büyümüş asil ve derin
Bir matem tütmekte şimdi fecirden

10 Kasım Türküsü

Atatürk! Anıtkabir devrimlerini söyler
Bozkır ovalarına, Erciyes'e, Ağrı'ya
Ulusun egemen olduğunu
Özgür olduğunu
Haykıracağım haykıracağım işte
Senin sustuğunca!

Yolunda yürüyeceğim Atatürk;
Ana baba oğul kız
Dere tepe bucak köy
Yeryüzü yaşamalarımla değil
Oralarda, senin gittiğince!

Atatürk, taşıyacağım
Çanakkale'de, Sakarya'da, Çankaya'da, al al
Senin taşıdığını;
Yurdun gök ülküsü
Dalgalanırken
Senin bayrağını yücelteceğim.
Senin çıktığınca.

Fazıl Hüsnü Dağlarca

Ağlayalım Atatürk'e

Ağlayalım Atatürk'e
Bütün dünya kan ağladı
Süleyman olmuştu mülke
Geldi ecel, can ağladı

Doğu batı cenup şimal
Aman tanrı bu nasıl hal
Atatürk'e erdi zeval
Memur mebusan ağladı

Atatürk'ün eserleri
Söyleyecek bundan geri
Bütün dünyanın her yeri
Ah çekti, vatan ağladı

Fabrikalar icat etti
Atalığın ispat etti
Varlığın Türke terketti
Döndü çarh devran ağladı

Bu ne kuvvet, bu ne kudret
Var idi bunda bir hikmet
Bütün Türkler İnön'İsmet
Gözlerimiz kan ağladı

Tren hattı tayyareler
Tükler giydi hep kareler
Semerkantla Buharalar
İşitti her yan ağladı

Siz sağ olun Türk gençleri
Çalışanlar kalmaz geri
Mareşalin askerleri
Ordular tümen ağladı

Zannetme ağlayan gülmez
Aslan yatağı boş kalmaz
Yalnız gidenler gelmez
Her gelen insan ağladı

Uzatma Veysel bu sözü
Dayanmaz herkesin özü
Koruyalım yurdumuzu
Dost değil, düşman ağladı

Aşık Veysel

Ah Bu 10 Kasımlar

On kasım geldiğinde
Yerler gökler üşüyor
Öyle soğuk ki zinde
Yeşil yaprak düşüyor

Her gün Kocatepeden
Yola çıkar Atatürk
En yüce mertebeden
Bize bakar Atatürk

Atatürk

Bugün 10 Kasım anne.
En içli yasım anne.
Benim senin babamın,
Kardeşimin, ablamın.
Sevgili milletimin
Sevgili vatanımın,
içinden sesi anne.
En büyük yası anne
ATATÜRK bugün öldü
Gül benzin bugün soldu.
Yeni bir ülkü oldu,
Gönüllerimize doldu.

Atatürk Acısı

Ben
Her on kasım sabahı
Bir çıra gibi
Yanar tutuşurum
Gözbebeklerimde
Taşıl ve soğuk çağlar yansır

Ben
Her on kasım sabahı
Atatürk'ü yaşarım Atatürk'çe
Anadolu sokaklarına vuran günışığını
İliklerime dek duyarım
Umutlarımı alırım
Yoz ve bağnaz kavramlardan
Köksüz ve bilinçsiz ilkeler
Yankımaz yapıtlarımda
Ve akar gelir usuma Anadolu dağlarından
Işıl ışıl gürül gürül bir su

Ben
Her on kasım sabahı
Toprağı, göğü ve denizleri
Anadolu dağlarından seyrederim
Atatürk acısı
Yüreğime dek oturmuştur evrence

Siz büyük ölüler
Biz öldükten sora da yaşayacaksınız

Şahinkaya Dil

Atatürk Ölmedi

Yıl 1918
Düşmanlar Topraklarımızı
Elimizden Alıyor
Atatürk Buna İzin Vermedi
Ordusuyla Savaşa Girdi

Zaferlerle Geldik Bu Güne
Atatürk ün Sayesinde
Topraklarımız Simdi Bizim Elimizde
Atatürk ün Sayesinde

Yıl 1938
Atatürk Olum Döşeğinde...
O Artık Oluyordu
Bizim Gözlerimiz Önünde

Herkes Ağlıyordu O Gün
Atatürk Öldü Diyordu
Atatürk Ölmedi
Kalbimizde Yasıyordu!!!

Atatürk Yaşıyor Baba

On kasımda üzgündü
bulut buluttu gözleri
“100’den çok fazla olacaktı
yaşı “dedi canım babam
“eğer yaşasaydı o büyük adam! ”

“Üzülme,” dedim ona
“Ben üzülüyor muyum bak! ”
Nedenini açıkladım sonra:

Diyor ki öğretmenimiz:
“Yaşayıp göçmüş insanların
İsimlerinin sonunda
İki sayı görürsünüz…
İlki doğduğu yılı gösterir
Öldüğü yılı gösterir sonraki.

İngilterenin Ana Kraliçesi
Elizabeth (1558-1603)
Gibi örneğin
eğer ölmemiş olsaydı, adının
sonuna yıl yazılmazdı kadının.

Atatürk’ünküne bakalım bir de
Baştaki yıl var sondaki yok
(1881 - ……..)
demek ki o ölmedi
hâlâ Kocatepe’de
dağları aşıyor baba
denizlere ulaşıyor
Atatürk yaşıyor baba!

Fevzi Günenç

Atatürk'e Ağıt

Edirne'den Ardahan'a kadar
Bir toprak uzanır
Boz kanatlı üveyikler üstünde uçar
Ardahan'dan Edirne'ye
Edirne'den Ardahan'a kadar

Kopdağı'nda akar bir çeşme var
Serçe parmak kalınlığında suyu
Haram etmiş gece gündüz uykuyu
Akar da akar

Samsun'un evleri denize bakar
Sokakları yosun içinde
Çaparlar, takalar, manavlar
Bilyalar gibi suyun yüzünde
Bir iner bir kalkar

İstanbul'da bir yâr sevdim
İnsanı günaha sokar

Savaştepe köprüsünden geçen tirenler
Sel olur İzmir'e akar
İzmir'in denizi kız, kızı deniz
Sokakları hem kız hem deniz kokar

Güneyde mis kokulu bir ağaç
Yuvarlak yaprakları ince
Yaz gelip de güneş vurunca
Dallarından bal akar

Bu toprak bizim yurdumuzdur
Deli gönül yücesine çıkar
Bir üveyik olur uçar gider
Ardahan'da Edirne'ye
Edirne'den Ardahan'a kadar

Cahit Kulebi

Atatürk'ü Yitirmedik

Yıllar
Üst üste katlandıkça
Acımasız uzadıkça
Çelik mavisi gözlerinde
Her geçen gün
Işığını çoğalttıkça
Güzel vatanımızı
Kurtardığın anıldıkça
Seni yitirmedik ki
Dün olduğu gibi
Bugün de aramızdasın her an
Buna inan Ata'm
Yüzyıllar da geçse aradan
Sen her zaman anılan
Kutsal bir kahramansın.

Süleyman APAYDIN

Gidiyor

Gidiyor, rastgelemez bir daha tarih eşine
Gidiyor, on yedi milyon kişi takmış peşine

Gidiyor, sonsuz olan kudreti sığmaz akla
Gidiyor, göğsünü çepeçevre saran bayrakla

Gidiyor, izleri üstün birikmiş yaşlar
Gidiyor, yerde kılıçlarla eğilmiş başlar

Gidiyor, harbin o en korkulu aslan yelesi
Gidiyor, sulhun ufuklarda yanan meş’alesi

Yine bir devr açacakmış gibi en başta O var
Hıçkıran seste O var, sessiz akan yaşta O var

Siliyor ruhunun ulviliği fani etini
Çiziyor ufka batan bir güneşin heybetini

Büyüyor, gökten inip toprağa yaklaştıkça
Büyüyor gitgide gözlerden uzaklaştıkça

Orhan Seyfi Orhon

On Kasım'larda Yürümek

Atatürk'üm işte 10 Kasım yine
Dalgalanır ağaçlarla oğullar
Dalgalanır oğullarla nineler
Dalgalanır ninelerle genç kızlar
Özlemin ta yüreğime işlemiş
Seni bulmak, seni görmek için ben
Bütün toprakaltıyla barışacağım

Ereceğim sana usta, barışta, başarıda
Öyle
Güçlüsün ki
Güçleneceğim
Öyle yücesin ki, yüceleceğim
Düşüne düşüne seni kocaman kocaman
Dağlara, dağlara karışacağım

Ozan mıyım, ordu muyum, su muyum anlaşılmaz
Çağlar upuzun allığı yüreğimde ülkünün
Sanki bayrak bir kalemdir, sanki gökler bir kağıt
Sanki ellerim gece
Sanki ellerim gündüz
Yazacağım seni daha, bir daha
Ben senin ölümünle yarışacağım

Fazıl Hüsnü Dağlarca

Atatürk Özel Köşesi



Atatürk Özel Köşesi

Çok çok uzun bir yazı ama sabırla okursanız her cümlenin okunmaya değer olduğunu göreceksiniz.Ve gözyaşlarınızı tutamadığınız da olucaktır..

Hepimizin bildiği gibi Mustafa Kemal ATATÜRK dünya döneminin liderleri içerisinden 21 nci yüzyıla geçebilen tek liderdir. Üstelik diğer liderler kendi halkları tarafından yok edilmemin acısını yaşamışken, o hala halkının ve dünyanın nabzında en büyük canlılığıyla, sevgisiyle, saygısıyla hala yaşayabilen dünyadaki tek lider.

Önemli olanda sanırım, yaşarken ölmek değil, öldükten sonra da bu kadar uzun süre canlı kalabilmeyi başarmak değil midir?

ATATÜRK’ü biz hep tarihe mal olmuş yönleriyle tanıdık: Asker ATATÜRK ya da devlet adamı ATATÜRK olarak.

Bu verdiğim örnek dünyada tek olan örnektir. Zaten herhalde bir başkasına da rastlamamız mümkün değil. En büyük düşmanı; hani şu ordularını denize döktüğü düşmanı, Yunan başkomutanı Trikopis. Hiçbir zorlama olmadan, hiçbir baskı olmadan her Cumhuriyet bayramı Atina’daki Türk büyükelçiliğine gidiyor Trikopis, ATATÜRK’ün resminin önüne geçiyor ve saygı duruşunda bulunuyor. Böyle bir saygıyı en büyük düşmanında uyandırabilen bir Mustafa Kemal.

Yıl 1938, General McArthur’un en zor, en problemli, en buhranlı dönemi. Birden çok sıkılır ve yanında duran yüzyirmiden fazla kişiye döner ve aynen şöyle der:

“Şu anda hiçbirinizi değil, büyük istidadı ile Mustafa Kemal’i görmek için neler vermezdim” dedirten o büyük özlemi ve onu oluşturabilen Mustafa Kemal’i.

Yada, yıl 1938. Bir İran’lı şair bir Tahran gazetesine ölümü üzerine bir şiir yazar. İşte o şiirin iki mısrasını sizlerle paylaşmak istiyorum. Diyorki;

“Allah bir ülkeye yardım etmek isterse onun elinden tutmak isterse başına Mustafa Kemal gibi lider getirir.” dizelerindeki bu kıskançlığı oluşturabilen Mustafa Kemal.

Yıl 1976, UNESCO üyelerine bir öneriyle gelir. Öneri paketindeki bir cümleyi sizlere okumak istiyorum. Diyorki ”Bu gün UNESCO’nun üzerinde çalıştığı bütün projelerin isim babası Mustafa Kemal’dir.” Öneri nedir ? Öneri ise onun doğumunun yüzüncü yılında, 152 üyesi vardı UNESCO’nun 152 ülkenin devletleri aynı anda kutlasın önerisidir. Birden İsveç delegesi ayağa kalkar ve şöyle söyler:

“Ne yani dünyada bu kadar devlet adamı var hepsinin doğum gününü böyle kutlayacak mıyız?” şeklindeki kinayeli sözlerine, Rus delegesi ayağa fırlar yumruğunu masaya vurur ve 152 ülkenin delegelerine aynen şöyle söyler;

”Genç delege arkadaşım hatırlatmak isterimki ATATÜRK öyle dünyadaki herhangi bir lider değildir, bırakın onu bir yıl anmayı her ülke her problemimizde çare olarak aramalıyız” sözlerini döktürtebilen bir Mustafa Kemal. Sonra nemi olur? UNESCO tarihinde ilk ve tekdir hiç negatif oy yok, hiç çekimser oy yok 152 ülke şu metne imza atar; hani İsveç delegesi demişti ya “ne yani” diye. O İsveç delegesi bu imzanın atıldığı gün mikrofona gelir ve aynen şunları söyler;

”Ben ATATÜRK’ü inceledim bütün ülkelerden özür diliyor ilk imzayı ben atıyorum” diyecektir.

İşte o muhteşem belge diyorki;

“ ATATÜRK KİMDİR; ATATÜRK ULULARARASI ANLAYIŞ, İŞBİRLİĞİ, BARIŞ YOLUNDA ÇABA GÖSTERMİŞ ÜSTÜN KİŞİ, OLAĞANÜSTÜ DEVRİMLER GERÇEKLEŞTİRMİŞ BİR İNKİLAPÇI, SÖMÜRGECİLİK VE YAYILMACILIĞA KARŞI SAVAŞAN İLK ÖNDER, İNSAN HAKLARINA SAYGILI, DÜNYA BARIŞININ ÖNCÜSÜ, BÜTÜN YAŞAMI BOYUNCA İNSANLAR ARASINDA RENK, DİL, DİN, IRK AYIRIMI GÖSTERMEYEN, EŞİ OLMAYAN DEVLET ADAMI, TÜRKİYE CUMHURİYETİNİN KURUCUSU”

Var mı böyle bir metin! Bir filozof derki “bir ülke için kıstas aradığınız zaman o ülkenin en büyük liderini gözden geçirin” şu anda kıstas arayan ülkelere sanıyorum bundan daha iyi bir metin gösteremeyiz. İşte bu metin 152 ülke tarafından imzalanmıştır. Eşi olmayan devlet adamı metni. Peki daha sonra ne olmuştur; 151 ülkede hemen hemen bir yıl boyunca her yerde bu metni görebiliriz, soruyorsunuz bana o bir ülke kim? İşte o ülkenin adını vermeye benim dilim maalesef varmıyor.

Hadi gelin Haiti’ye gidelim. Yıl 1996, Haiti Cumhurbaşkanı ölür. Bir vasiyet bırakmıştır. Haiti’ye baktım haritada bir kutup kadar uzak ülke. Haiti Cumhurbaşkanı 1996 da öldüğünde vasiyeti açılır. Vasiyetinde mezar taşına yazılması için bir metin bırakmıştır. Haiti Cumhurbaşkanının bugün mezar taşında yazan hitabeyi sizlere okumak istiyorum. Diyorki “Bütün ömrüm boyunca Türkiye’nin lideri Mustafa Kemal ATATÜRK’ü anlamış ve uygulamış olmaktan dolayı mutlu öldüm”

Peki yıllar bir şey değiştirir mi? Hayır. 2000 yılında bizim medyanın kaçırdığı bir bilgi var, ABD Başkanı milenyum mesajını veriyor. Mesajın bir yerinde aynen şunları söyler; “Bugün milenyumun hiç şüphe yoktur ki tek devlet adamı Mustafa Kemal ATATÜRK’tür. Çünkü o yılın değil asrın lideri olabilmeyi başarmış tek liderdir.” 2000 de ABD Başkanına işte bu gerçeği de ifade ettirebilen bir Mustafa Kemal var. Asker Mustafa Kemal’in, Devlet adamı Mustafa Kemal’in çok dışında bir Mustafa Kemal.