![]() Atatürk ve Ali Rıza Paşa Atatürk ve Ali Rıza Paşa arasında geçen gerçek bir olay. |
5 Mayıs 2009 Salı
Atatürk ve Ali Rıza Paşa
Atatürk ve 19 Rakamı
1881'de 19. yüzyılın bitimine 19 yıl kala doğmuştur.
Atatürk, Selanik'te doğdu. ( Selanik "سلانيك"sözcüğünün "ebced" hesabıyla değeri 171'dir. 9 x 19 = 171 )
1881, Rumi takvime göre 1297'dir. ( 1 + 2 + 9 + 7 = 19 )
Atatürk'ün nüfus cüzdanı numarası : 993814 ( 19 x 52306 = 993814 )
Atatürk, Harp Okulu'nu 20'nci olarak bitirdi. Subaylardan birisi yabancı olduğu için mezun olan 19 subaydan biri oldu
Atatürk, Harp Akademisi'nin 57'nci dönemine kaydoldu. ( 19 x 3 = 57 )
Atatürk, 19 Nisan 1909'da Hareket Ordusu ile İstanbul'a girdi.
Atatürk, 19 Aralık 1915'te albay oldu.
Atatürk, 19 Mart 1916'da tuğgeneral oldu.
Atatürk, Çanakkale Savaşı'nda 57'nci Alay'ın konutanlığını üstlendi. ( 3 x 19 = 57 )
Sağlığında, İngiliz İmparatorluğu Hükümeti Atatürk' ün doğum gününü tebrik için Türk Hükümeti 'nden sormuş, ATATÜRK 19 Mayıs 1881 (19 x 99)diye yanıtlamış ve kayıtlara böyle geçmiştir.
1900'de (19 x 100) 19 yaşında Harbiye' ye girmiştir.
19 Aralık 1904' de bağımsız düşüncelerinden ötürü yıldız sarayına çağrıldı.
Harp akademisinden aldığı sicil 317-8 dir. 3+1+7+8=19
Atatürk, Samsun'a çıktığında 38 yaşındaydı. ( 19 x 2 = 38 )
Atatürk, Samsun'da 19 gün kaldı.
Atatürk, 4 Temmuz 1919'da Erzurum'a gitti. 19 gün sonra 23 Temmuz'da Erzurum Kongresi'ni topladı.
Atatürk, 4 Eylül 1919 Sivas Kongresi'nden 114 gün sonra 27 Aralık 1919'da Ankara'ya gitti. ( 19 x 6 = 114 )
Atatürk, İstanbul'a toplam 19 kez geldi.
Atatürk'ün Latife Hanım ile olan evliliği 912 gün sürdü. ( 19 x 48 = 912 )
TBMM'nin ilk kütüğündeki sıra numarası 19'dur.
Çanakkale Savaşının zaferle sonuçlanmasında 19' uncu fırka'yı (tümen) kurmuş ve ona komuta etmiştir.
19 Mayıs 1915' de albay oldu.
Mahiyetindeki komutanlara: "Ben size, taarruz edin demiyorum, ölmeyi emrediyorum. Biz ölünceye kadar yerimize başka kuvvetler gelebilir" demişelindeki çok az kuvvetle 19 Mayıs 1915' e kadar oyalama muharebesi ile düşmanı tutmuştur. Düşmanın yine Çanakkale' deki başarısızlıkları sonucunda 10 Aralık 1915'te Gelibolu Yarımadası boşaltılmıştır.
Zor bir duruma düşen 7. Ordu'ya komutan tayin edilen M. Kemal, bir düşman saldırısını seziyor ve hazırlanıyor. Nitekim 19 Eylül sabahı düşman harekete geçiyor, hem de kat kat üstün kuvvetlerle. Sağındaki ve solundaki kuvvetler epeyce kayıp verdikleri halde M. Kemal zamanında aldığı tedbirlerle kayıp vermekten kurtuluyor.
19 Mayıs' ta Samsun' a çıkacak olan Atatürk' ün bindiği vapurda 19 yolcu vardı. 19 Mayıs 1963 tarihli Cumhuriyet gazetesinde Prof. Dr. Tarık ZaferTunaya'nın 19 Mayıs ve ötesi adlı makalesinden.
19 Mayıs 1919' da Samsun'a çıkıyor. Bu tarihte 3 tane 19 rakamı vardır ki Atatürk' ün ömrü de zaten 3 x 19 dur. 19 Mayıs 1919' da 2 x 19=38 yaşındaydı.
19 yıl Türk Milleti'nin hakimiyetine bilfiil hakim olmuş, Türk Milletine Baş Komutan ve Devlet başkanı olarak hizmet etmiştir. (1919-1938)
Milli Mücadele' ye fiili olarak başlaması için komutanlara yaptığı konuşma veMeclis'te Milli davanın gerçekleşmesi yolunda güdülecek siyasetin kararabağlanma tarihi de 19 Kasım 1919 'dur.
Sakarya Meydan Muharebesi'ni kazandıktan sonra, başarısına karşılık TBMM kendisine olan minnet ve şükranını belirtmek için 19 Eylül 1921' de kabul ettiği özel bir kanunla Mareşallik ve Gazilik unvanı vermiştir.
Millete yayınladığı bir beyanname ile Osmanlı Devleti'nin hayat ve egemenliğinin sona erdiğini belirterek Türk Milleti'ni hayat ve bağımsızlığa kavuşturmak için, Ankara ' da olağanüstü bir Meclis toplantısı ve Türk Milleti'nin iradesini bu Meclise devretmeyi 19 Mart 1920 'de kararlaştırmıştır.
Hitabet sanatının bir şaheseri olan Büyük Nutuk' un sonundaki Türk Gençliği'neHitabesi de başlangıç cümlesiyle beraber 19 cümledir.
Büyük devlet adamı ve eşsiz kahramanın adı ve soyadı "MUSTAFA KEMAL ATATÜRK" 19 harftir.
"NE MUTLU TÜRKÜM DİYENE ". Bu şaheser cümle 19 harftir.
"İSTİKLAL GÖKLERDEDİR" Ne rastlantıdır ki, Atatürk' ün bu sözleri de 19 harftir.
10 Kasım 1938 (19 x 2 x 19) (10 Kasım günü saat 9 da 10+9=19) 3 x 19 =57 yaşında ölümlü yaşama gözlerini kapamıştır.
Cenazesi büyük bir merasimle 19 Kasım 1938 günü Yavuz zırhlısı ile İzmit' e götürülmüştür.
En Büyük Kahraman'ın ebediyete intikali üzerine arkadaşı ve halefi İsmet İnönü' nün Türk Milletine beyannamesi 19 cümledir.
Doğum ve ölüm yılları (1881 ve 1938), 19 sayısının katlarıdır.
1919 rakamında 101 tane 19 vardır.
İlk 19 yılda hazırlandı, ikinci 19 yılda siyaset ve askerlik alanında savaştı, üçüncü 19' uncu yılda devlet başkanı sıfatı ile hizmet etti.
Atatürk'ün cenaze töreninde Chopin'in 19 notalı 19'uncu Marşı çalındı.
Atatürk'e verilen madalyaların toplamı 19'dur.
Atatürk, 19.000 TL nakit miras bıraktı.
Atatürk'ün, İstanbul Akaretler Yokuşu'nda oturduğu evinin numarası 76 idi. ( 19 x 4 = 76 )
Atatürk, Tarih Öğretimi ve Müzeler
![]() Atatürk, Tarih Öğretimi ve Müzeler Arş. Gör. Bahri ATA Gazi Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü 1920'li yıllarda Atatürk'ün eğitime yönelik konuşmaları ve görüşleri, Mustafa Rahmi, Mehmet Emin Erişirgil gibi eğitimciler tarafından, Türk eğitim sisteminin hedeflerinin belirlenmesinde yol gösterici olarak ele alınmıştır. Maarif Vekili İsmail Safa Bey’in (Özler) döneminde bu görüşler, Maarif Misakı olarak ilan edildi. Bu görüşler, millî eğitimin çerçevesini çizdiği kadar, vatandaşlık aktarımı ve siyasal toplumsallaştırmanın en önemli aracı olarak okul tarih programlarını da etkiledi. O halde, Cumhuriyet dönemi tarih programlarının içeriğini, önerdikleri öğretim yöntemlerini anlayabilmek için Atatürk'ün konuya ilişkin görüşlerini ve yaptıklarını bilmek gerekir. Öncelikle, Atatürk'ün çağdaş tarih pedagojisini benimsemiş olduğu görülmektedir. Bu benimseyiş, tarih programlarının içeriğinin millî olmasını ve tarih ders kitaplarının millî bakış açısından yazılmasını öngördüğü kadar(çünkü çağdaş eğitim, millî eğitimdir.), Tarihi sunum yöntemlerinin de çeşitliliğini [belgeye dayalı tarih yazımı ve öğretimi, haritayla eğitim, ıraksak (divergent) sorulara dayalı soru-cevap yöntemi, tarih alan gezileri, drama etkinliği, müzelerin kullanılması gibi] gerekli kılmaktaydı. Bu çalışmada Atatürk, tarih derslerini gençlere nasıl sundu? sorusundan hareketle, Atatürk’ün pedagoji bilgisine, çocuklara ve gençlere tarih öğretiminin çağdaş yöntemlerine dikkat çekilecektir. 1. Tarih Programı ve Ders Kitabı Meselesi Atatürk, tarih öğretimine ilişkin olarak tarih programlarının yeniden yapılması ve tarih ders kitapları meseleleriyle ancak 1928 yılından sonra gerçek anlamda ilgilenebilmişti. Ünlü eğitimci İhsan Sungu, 17.12. 1922 tarihli Türkiye Büyük Millet Meclisi Maarif Vekâletine sunduğu bir raporda tarih kitaplarını eleştirirken şunları belirtmekteydi; “ ...Mekteplerimizde okutulmakta üzere tercüme edilen bir tarih kitabı İslamiyette zekâtın onda bir olarak hesap edildiğini ve Asuriler hakkında tetkikatta bulunmak için en seri vasıtanın Louvre müzesini ziyaret etmekten ibaret bulunduğunu kaydeden kıraat kitaplarımıza bakılsa bu milletin ruhuna, bu milletin harsına tercüman olmaktan ziyade hepsinde bir tercüme kokusu, bize büsbütün yabancı bir muhitin havayı mânevisi hissedilir...” ( 1923:21). Kazım Nami Duru'ya göre de ortaokul programına göre hazırlanan pek çok ders kitabı, İngilizce veya Almanca'dan çevri olup, Türkiye'nin hayat şartlarına uygun değildi. Üstelik, ilkokul ve ortaokul programlarından farklı olarak, lise programları, eski sultani programlarının devamı olup, Fransız programlarının işlene işlene Cumhuriyet'e kadar gelmiş şekliydi. Bu programlar, eğitim uzmanlarınca değil, konu alan uzmanlarınca yapılmıştır. Bu uzmanlarda kendi uzmanlık alanlarına daha fazla önem vermişti. Bu durumdan, tarih programları da nasibini aldı. 1924 yılında, eğitim dergilerinde yayımlanan makalelerde tarih programlarının Almanya'da olduğu gibi millî tarih etrafında "teksif" edilmesi (toplanması) ileri sürülmüştü. Örneğin, Ahmet Tevfik, Muallimler Mecmuası'nda yazdığı bir yazıda Almanya'da yayımlanan klasik tarih kitaplarında tarihi olayların millî tarih etrafında toplandığına işaret etmiştir. Fuat Köprülü'nün 1923 yılında ilkokullar 4. ve 5. sınıflar için yazdığı Millî Tarih adlı kitabı bu çerçeve ele almak gerekir. Atatürk’ün tarih programları ile ilk yakın ilgisi, 1924, 1925 tarihlerinde Trabzon’a yaptığı gezide kendisini göstermiştir. Trabzon lisesinde bir öğretmenler toplantısında tarih öğretmeni Rıfat Bey program saatlerinin azlığından şikayet etmesi üzerine bu konuda iki saat konuşmuş ve Türk tarih tezinin ilk esaslarını atmıştı(Egeli,1959:65). Atatürk’ün 1926 yürürlüğe konulan ilköğretim programında, tarihe ilişkin bölümlerin bazı kısımlarının altını çizerek, okuduğu anlaşılmaktadır. Atatürk’ün ilkokul tarih dersi amaçları arasında “Büyük şahısların hayat ve hareketleri tasvir edilerek çocuklara imtisale şayan nümuneler göstermek” cümlesini özellikle işaretlediği dikkati çekmektedir(Tüfekçi, 1983:332). 1927 yılında tarih programlarında radikal bir değişiklik yapıldı. Bu değişimin amacı Türk tarihîni mihver yaparak, öğretimde bulunmaktı(Hasan Âli Yücel, 1946:286). 1923-1930 arasında okullarda Ahmet Refik, Fuat Köprülü, İhsan Şerif, Ali Reşad gibi tarihçilerin kitapları okullarda okutuldu. Bu yazarlar, Cumhuriyet yönetiminin ruhuna uygun olarak II. Meşrutiyet döneminde de okutulan ders kitaplarını program değişikliklerine göre düzeltip, tekrar bastırdılar. 1928'dan sonra Atatürk tarih programlarının içeriği meselesi üzerine bizzat eğilmişti. Bu yıl Afetinan, Atatürk'e, okuduğu bir Fransızca coğrafya kitabının, Türklerin sarı ırka mensup olduğu, ikinci sınıf bir insan tipine girdiği iddiasını yazdığını söylemişti. Bunun üzerine Atatürk, bu konu üzerinde durmaya karar verdi(Karal, 1988:160). Atatürk, bir yandan tarih programları ve ders kitapları işi ile uğraşırken, bazı bilimsel tarih kitaplarının özellikle Türkçe'ye çevrilmesini istemişti. Atatürk, ünlü tarihçi, bilimkurgu yazarı H. G. Wells’in Cihan Tarihinin Ana Hatları isimli eserinde dünya tarihinde Türklerin oynadığı role önem verdiği için, Türk aydınlarının okuması isteğiyle, acele çevrilmesini sağladı. 18 Mayıs 1930 tarihînde T.B.M. Meclisi'nde Bakanlık bütçesi görüşülürken, Maarif Vekili Cemal Hüsnü Bey (Gümüşhane Milletvekili), Talim ve Terbiye Heyeti'nin programları tanzim ettiğini, fakat programları, Darülfünun'dan oluşan bir heyet tarafından yapıldığını söylemektedir. Türk tarihî programının da Yusuf Akçura tarafından yapıldığını ve vekaletin onu uygulamaya çalıştığını belirtmektedir. Liselerdeki ve ortaokullardaki tarih öğretimi söz konusu olunca, Türk Tarihinin Ana Hatları'na göre yazılmış tarih kitapları akla gelmektedir. Bu kitap, bilindiği gibi, Türk Ocağı'na bağlı olarak kurulan Türk Tarihi Heyetine hazırlatılmıştı. Bu heyetin içinde Afetinan, Mehmet Tevfik, Samih Rifat, Yusuf Akçura, Reşit Galip, Hasan Cemil, Sadri Maksudi, Şemseddin, Vasıf ve Yusuf Ziya Beyler bulunmaktaydı. 1931 yılında Milli Eğitim Bakanlığınca bu kitaptan 30.000 adet basılıp, okullara dağıtılmıştır. Yine aynı yılın yazında Türk Tarihi Tetkik Cemiyeti'nin bünyesindeki bir ekip tarafından 4 ciltlik lise tarih ders kitapları hazırlandı. Hasan Âli Yücel'in de, 1930 yılındaki tarih programlarındaki bu değişikliğin Atatürk'ün emriyle olduğunu, Türk Tarihi Tetkik Cemiyeti'ne yazdırılan 4 ciltlik tarih kitaplarına göre programın düzenlendiğini belirtmektedir(Hasan Âli Yücel, 1946: 287). Hasan Âli Yücel'in bu ifadesi, neden ortaokul ve lise tarih programlarında ilkokullarda olduğu gibi bir hedef, öğretim yöntemleri gibi pedagojik kısımların olmadığını da açıklamaktadır. 1932 yılında düzenlenen I. Türk Tarih Kongresinde, Konya Kız Ortamektebi Tarih-Coğrafya öğretmeni Ferit bey, bu kitapların öğretmenler için eksik, öğrenci için de fazla olduğunu ileri sürdü. Talim ve Terbiye Reisi olan İhsan Sungu, bu kitapların ilk devre öğrencisi için ayrıntılı ve öğrenci seviyesinden yüksek olmadığını savundu. Sungu'ya (1932:282-283) göre, bu öğrencilerin çoğu daha yüksek bir okula gitmeyecektir, çocukların Türk Tarihinin genel hatlarını öğrenmeden okuldan çıkması arzu edilen bir durum değildir. Sungu'nun üzerinde durduğu ikinci nokta da yeni harflerle basılmış tarih kitabı olmamasıdır. Üstelik, kitaba girmiş her ismin, tarihin ve rakamın çocuğa öğretilmesine gerek yoktur. Fakat, bunların kitaplarda olması, tarih araştırmalarında yarar sağlayacaktı. Nitekim, 1933'de ortaokullarda, lise için yazılan tarih ders kitaplarının zorlukla takip edeceğini ve bu kitapların ağır olduğu görüldüğü için ortaokullar için yeni tarih kitapları yazdırılma çalışmaları başlamış, 1934 öğretim yılına yetiştirilmesi öngörülmüştü(Reşit Galip, 1946:119). Bu konuda Reşit Galip şöyle demektedir: " Bir millî tezi müdafaa ettiği için, yeni tarih nokta-i nazarlarımıza ilmin yeni hakikatlerine istinat eden millî tarih nokta-i nazarımızı güttüğü için bu kitapların o mekteplerde okutulması mecburiyeti görülmüştür. " (Reşit Galip, 1946:119). 1943 Maarif Şurası sırasında tarih öğretimi seksiyonuna ortaokul ve liseler için 1930'larda yazdırılan bu tarih ders kitapları ele alınmış ve çocukların düzeyine uygun olmadığı vurgulanmıştı. Bu bağlamda, Gazi Pedagoji Muallimi Ziya Talat (Çağıl) çocuk psikolojisine ilişkin Piaget’nin görüşlerini dile getirmişti. Somut düşünme aşamasında olan çocuklara tarih öğretiminde müzelerin ve antik eşyaların kullanılmasının önemi bir kez daha gündeme getirildi (II. Maarif Şurası, 1943:233). 1930'lu ve 40'lı yıllarda özellikle yükseköğretimde bir ders kitabı yokluğu krizi yaşanmıştı. Gerçi bu bağlamda, Hasan Âli Yücel, başka ve ileri memleketlerde öğretmenlerin kendi notlarını bastırarak çözümlediğini ve üstelik zaten üniversitenin mevcut ve sabit bir takım bilgilere mahsusu olmadığı ve yeni çalışmaların ve araştırmaların öğrenciye yansıtılması gerektiğini ileri sürmüştü (Hasan Âli Yücel, 1946: 293). O yıllarda tarih bölümündeki hocaların öğrencilerine bu tür notlar tutturduğu görülmektedir. Örneğin, o yıllarda okumuş rahmetli Dr. Hüseyin Dağtekin'in kütüphanesinde Mükrimin Halil Yınanç'ın ve İsmail Hakkı Uzunçarşılı'nın böyle notları ile karşılaştım. Bu tarihçiler, daha sonra ders notlarını kitap olarak bastırmıştır. İlginç bir şekilde ortaokullarda ve liselerde öğrencilere tarih dersine ilişkin not tutturma geleneği, geçmişte bir ihtiyaç olmasına rağmen, günümüze kadar tarih öğretmenleri tarafından devam ettirilmiştir. Yukarıdaki ifadelerden de anlaşılacağı üzere Atatürk, 1928 sonrası tarih programları ve ders kitapları sorunu üzerine özellikle eğilmişti. Mecburi eğitimin süresinin kısa olması, harf devriminden dolayı kaynak sınırlılığı, çocukların o gün için çok yüklü bir tarih programıyla ve tarih ders kitapları ile karşılaşmasına yol açmıştı. Bugün, zorunlu eğitim süresinin 8 yıla çıkarılması ile bu problem kısmen aşıldı. Türkiye'de, zorunlu eğitimin Avrupa ülkelerinde olduğu gibi 12 yıla çıkarılması, hiç şüphesiz ki tarih programı konularının, çocukların psikolojik çağlarına göre dengeli bir şekilde dağıtılmasını daha da kolaylaştıracaktır. 2. Tarih Dersi Sunumunu Çeşitlendirme Çabaları Cumhuriyetin ilk yıllarında tarih programlarında tarih öğretimine ilişkin direktifler bir yana, Atatürk'ün kendi yaptıklarıyla, tarih dersinin sunumunu çeşitlendirdiği görülmektedir. 2.1. Belgelere Dayalı Tarih Yazımı ve Öğretimi Tarih araştırmasında belge; müzelerin ve tarihi mekanların sunmuş olduğu nesneler olduğu kadar, yazılı ve görsel olabilir. Bununla birlikte, Türkiye'de tarih deyince salt yazılı belgeler akla gelmektedir. Bunda ilk bakışta Osmanlı arşivinin henüz tasnif olmaması yattığı düşünülebilir. Gerçekte, nedeni daha metodolojiktir. Türkiye'de Meşrutiyet'le beraber Osmanlı okullarında bir Seignobos Saltanatı başladı. Darülfünun tarih hocaları, çoğunlukla Fransız tarih kitaplarını özellikle Langlois ve Seignobos'un kilerinin çevrilerini yaptılar. 100 yıl önce iki Fransız tarihçi C.V. Langlois ve C. Seignobos, Tarih Tetkiklerine Giriş adlı eserlerinde tarihçiliğin esas olarak dökümanter kanıta dayalı olduğunu ileri sürerek, “vesikalar olmayınca, tarihte yoktur” şeklinde bir yaklaşım içindeydiler. Gerçi bugün sosyal tarihçilik ve sözlü tarihçilik yaklaşımları ile tarihçiliğe yeni bir boyut getirilmek isteniyor fakat, Türkiye'de Seignobos tipi tarihçilik profesyonel tarihçiler tarafından en yaygın olan tarihçilik anlayışı olarak önemini korumaktadır. Öte yandan, Atatürk'ün her türlü belgeye karşı hassas davrandığı ortadadır. Atatürk, arkeoloji müzeleri kadar, etnografya müzesinin, İnkılap müzelerinin kurularak, Türk tarihi ve kültürüne ait her türlü nesnenin yok olmasının önüne geçmeye çalışmıştır. 7.4. 1924 yılında Atatürk, Yunus Nadi Bey ile yaptığı bir mülakatta bir tarihî eserin gerçeklere uygun olup olmadığını anlamak için dayandığı kaynaklara ve belgelere bakılmasını gerektiğini, fakat şimdiye kadar tarihçilerin talihsizliğinin belgeye dayanmaktan çok bir takım övgücülerin veya bencillerin sözlerine dayanması olduğu söylemiş ve kendisi Kurtuluş Savaşı'na ilişkin anılarını topladığı belgelere dayanarak yazacağını belirtmişti (Atatürk'ün Söylev ve Demeçleri, Cilt. V, s.101). Nitekim, Nutuk adlı eserini yazdı. Bu mülakat, Atatürk'ün yazılı belgelere dayalı tarih anlayışını gösterme açısından önemlidir. Atatürk, fotoğraflar ve film türü belgelere de önem vermiş, gelecek kuşakların tarih eğitiminde pek çok görsel belge bırakmaya çalışmıştır. Atatürk'ün Muallim Mektebi çıkışlı fotoğrafçısı Esat Nedim Bey, gençlerde görsel hafızayı geliştirecek çok fazla Atatürk fotoğrafı çekmiştir. Kurtuluş Savaşı, Cumhuriyet ve Atatürk'le ilgili müzelerde bu tür görsel belgelerle karşılaşmak mümkündür. Tarih öğretmenleri, bu tür malzeme ile çalışabilecek tarzda donatılmalıdır. 2.2. Haritayla Tarih Eğitimi Bu yazıya Atatürk'ü, tarih haritası başında görüntüleyen bir fotoğraf esin kaynağı olmuştur. Pek çok konu alanı uzmanı tarafından, bu fotoğraftaki haritanın varlığı değil, fakat içeriği; haklı olarak, Türk tarih tezi ve Türklerin göç yolları açısından incelenmişti. Bu fotoğrafa bir tarih eğitimcisi gözüyle bakıldığında ise; fotoğraf tek başına, Atatürk tarafından bir tarih dersi aracı olarak haritanın önemsenmesinin bir göstergesi olarak yorumlanabilir. Atatürk gibi, Şemsi Efendi Mektebinde öğrenim görmüş olan general Galip Pasinler, Şemsi Efendi'nin derste harita ve küre kullandığını vurgulamıştı. Üstelik, Şemsi Efendi kullandığı öğretim yöntemlerine o kadar çok güvenmektedir ki ilkokul öğrencisini, ortaokul öğrencisi ile aynı sınavda yarıştırabilmekteydi. Bu konuda Galip Pasinler şöyle demektedir: " Bir gün Şemsi Efendi, benimde içinde bulunduğum 5-6 öğrenciyi yanına aldı. Rüştiye Okulu'na götürdü. Orada bizi rüştiye öğrencileri ile imtihana soktular. Bize gazete okuttular. Rüştiyeliler bizim kadar okuyamadılar. Duvarda bir harita asılı idi. Onlar bu haritayı bizim kadar okuyamadılar. Velhasıl biz onlardan üstün çıktık. " (Mert, 1991:339). Bu başarı dönemin Rumeli adlı Selanik gazetesinde haber konusu bile olmuştu. Atatürk'ün harita kullanma alışkanlığının tohumlarını, usul-u cedid yöntemini takip eden Şemsi Efendi'nin attığı söylenebilir. Atatürk'ün haritaya aşinalığı askeri okullarda da gelişmiştir. Atatürk'ün tarih öğretiminde bir araç olarak haritayı önemsemesi ve kullanması tavrı, günümüz Tarih öğretmenleri için oldukça öğreticidir. 2.3. Tarih Dersi ve Iraksak Sorular Atatürk, yurt gezilerinde okullara uğramandan yapamazdı. Denetlemeyi en çok sevdiği derste Tarih dersi idi. Atatürk’ün öğrencilere sorduğu tarih soruları eğitimde değerlendirme açısından incelenmeye değerdir. Çünkü çocuklara sorulan bu soruların tümü analiz ve sentez düzeyindedir. Örneğin, 1930 yılında, Atatürk, Antalya lisesinde bir tarih dersini dinlemiş ve öğrencilere şöyle bir soru yöneltmiştir; ” 1789 Fransız devrimi ile 1919 Türk devrimi arasında ruh ve düşünüş benzerliği nedir?” . Bu soru uzun boylu tartışılmıştı. Bir öğrenci, 1919 devrimini yapanların yaşadığını ve bu soruyu ancak onların yanıtlayabileceğini söyledi. Bunun üzerine Atatürk, “ Her iki devrimin ruh ve düşünüş benzerliği, açlık ve sefalet içinde yaşayan, bilinçli bir ulusun sefahat ve ihtişam içinde yaşayan şaşırmış bir idareye boyun eğmemesi ve onu boğmasıdır.” diyerek cevaplamıştı. Bir sohbetinde:- "Tarih, acaba benim mi yoksa II. Mehmed’in mi yaptığı işleri daha önemli bulacaktır?" türünden bir soru sormuştu. Atatürk’ün tarihte hipotetik düşünme egzersizleri de yaptığı bilinmektedir. Bir konuşmasında, Alemdar Mustafa Paşa’nın Mustafa Reşit Paşa’nın kültüre sahip olduğu takdirde kendisinden önce cumhuriyeti ilan edebileceğini vurgulamıştı. Günümüzde batılı tarih eğitimcileri, ıraksak tarih sorularıyla gençlerin yaratıcılığının geliştirilebileceğini ileri sürmektedir. Eğitimsel amaçlı olarak da tarihte hipotetik soru sorulabileceğini vurgulamışlardır. Yukarıda da görüldüğü gibi, Atatürk'ün aynı tutum içinde olduğu görülmektedir. Türkiye Cumhuriyeti'nin kurucusu Atatürk, soru sorma meselesine böyle yaklaşırken, Abbas Güçlü'nün (1996:33) de işaret ettiği gibi niçin okullarımızda "Atatürk'ün öğrenim gördüğü okullar hangileridir?" gibi sorularla öğrencileri bilgi hamallığına yöneltmekteyiz? 2.4. Tarih Alan Gezileri Atatürk’ün tarihçiliği, tarih sevgisi, Türk tarih tezi üzerine makale ve araştırma türünden oldukça çalışma yapılmıştır(bknz. Afetinan, Akurgal, Baykal, Günaltay, Karal, Kocatürk'ün çalışmalarına). O yüzden burada pek o konu üzerinde durulmayacaktır. Kaldı ki, bu çalışmalar, Atatürk’ün hayatında yaptıklarıyla tarih öğretiminin yöntemleri konusunda en güzel örnekleri verdiği konusuna pek dikkat çekmemiştir. Öte yandan pek çok anı türünde kaynak, Atatürk’ün, açık havada askeri savaşların olduğu yerleri gezme konusundaki duyarlılığı konusunda bilgiler sağlamaktadır. Özellikle, Şakir Zümre'nin anıları ve Münir Hayri Egeli’nin anıları bu konuda bizi oldukça bilgilendirmektedir. Mustafa Kemal Atatürk 16 ay süre ile ateşemiliter olarak Sofya’da görev yapmıştı. Yakın arkadaşlarından Şakir Zümre 1913’de Atatürk’ün eşliğinde Plevne Meydan Muharebesi'nin geçtiği yerde gerçekleşmiş bir tarih alan gezisinden söz etmektedir. Şakir Zümre’nin konuya ilişkin anısı şöyledir; “ Temmuz ayındaydık, zannederim. Sofya rüştiyesinde tahsil gören bir grup talebe Plevne Meydan Muharebesi'nin cereyan ettiği sahayı ziyarete gidecekti. Bu saha mükemmel bir müze haline sokulmuştu. Mustafa Kemal, bu ziyaret haberini duyunca derhal harekete geçti. Sobranya’nın Türk ve Bulgar mebuslarını tahrik ederek Plevne Meydan Muharebesi'nin yapıldığı yere götürmeye muvaffak oldu. Kanlıçukur muharebesi; kahraman Osman Paşa'nın Rusların Plevne’de birbiri ardı sıra devam eden şiddetli taarruzlarını püskürtmek için yaptığı muharebenin adıdır. Rus kuvvetleri bu muharebede 16 bin ölü bırakmışlardı. Talebelerle gelen Türk ve Bulgar ileri gelenleri burada durdular. Bir talebe anavatanın kaybolan bu köşesine karşı içinde sönmeyen ayrılık hissinden ve aşkından bahsetti. Orada bulunan Türkler çok müteessir olmuştu. O zaman Kolağası Mustafa Kemal derhal ortaya çıktı ve ateşli bir hitabeye başladığı görüldü. Bu hitabesinde, Mustafa Kemal, Osman Paşa'nın kahramanlığından övgüyle söz etmiş, bu kahramanlık timsalinin ilelebet payidar olacağını söylemiş ve sonra talebelere dönerek; “ - Üzülmeyin, böyle kahramanlar Türk milletinin içinde her zaman yetişecek ve böyle kahramanları her zaman Türk milletine takdim edeceklerdir. Yakın zamanlar sizlere bunu gösterecektir.” (Polat, 1949:4). Bir müddet sonra I. Dünya Savaşı başlamış ve Mustafa Kemal Sofya ateşe militerliğinden ayrılarak, isteği üzerine Çanakkale’ye gönderilmişti. Anafartalarda Çimentepe zaferinin kazanılmasından sonra Atatürk, Şakir Zümre ile karşılaşmış ve ona; “- Şakir, bu kahraman millet her zaman bir Plevne kahramanlığı göstermeye hazırdır.” demişti (Polat, 1949:4). Münir Hayri, eğer misafirler arasında askerler varsa, Atatürk’ün onları çevrede cereyan etmiş askeri olayları incelemek ve izah etmekten zevk aldığını yazmaktadır( Egeli,1959:31). Atatürk, Afgan Harbiye Nazırı Sultan Mahmut Han’ı Timurlenk’le Yıldırım Bayezıt arasındaki meşhur Ankara Meydan Muharebesi'nin geçtiği sahaya götürmüştür. Fakat, Atatürk’ün bu alanda nazıra ne tür bir bilgi verdiği bilinmemektedir. 2.5. Müzeler Atatürk, yurt gezileri esnasında özellikle müzeleri ve eski sanat ve uygarlık eserlerini gözden geçirmiştir. Atatürk'ün müzelere yaklaşımı, daha sonra Türkiye Cumhuriyeti'nin kültür politikasında müzelerin yerini belirlemiştir. 1913 yılında Atatürk Sofya’da ateşemiliter iken Bulgarların ulusal bayramlarının kutlama gününde düzenledikleri bir kostümlü baloya davet edilmişti. Bu baloya gitmek için askeri müze komutanına bir mektup yazarak komutandan çok gösterişli bir yeniçeri kıyafeti istemiştir. Harbiye Nazırı Enver Paşa’nın izniyle müzeden bir yeniçeri elbisesi sonradan iade edilmek üzere kendisine verildi. Atatürk, Kazım Özalp Paşa’ya yazdığı mektupta; “Baloda hemen herkesin kıyafeti ile ilgilendiğini, kendisine sorular sorduklarını, yeniçeri tarihînden ve Türk zaferlerinden geniş bilgiler vermek fırsatını bulduğunu” (Özalp, 1992:8-9) belirtmişti. Atatürk, Doğu cephesinde görevli olduğu sırada, 21 Kasım 1916'ya kadar Bitlis'te kalmış, hatıra defterine göre, Bitlis'teki eski eserler ve türbeleri gezdiğini not düşmüştü(Önder, 1975:81). Atatürk, 1 Mart 1923'de Türkiye Büyük Millet Meclisi'nin dördüncü toplanma yılını açarken yaptığı konuşmada eğitime özellikle geniş bir yer ayırmıştır. Burada ; "Ameli ve şamil bir maarif için hududu vatanın merakizi mühimmesinde asri kütüphaneler, nebatat ve hayvanat bahçeleri, konservatuvarlar, darülmesailer, müzeler ve sanayi nefise meşherleri tesisi lazım olduğunu...." (Atatürk'ün Söylev ve Demeçleri, 1945: 288) özellikle vurgulamıştı. 9 Mart 1930'da Atatürk, Antalya müzesini gezdi. Aspendos'a giderek incelemelerde bulundu. Müze müdürüne "- Bu tiyatroyu restore ediniz ama, kapısına kilit vurmayınız. Burada temsiller veriniz, güreşler düzenleyiniz" (Önder, 1975:54) dedi. Günümüzde, Aspendos Tiyatrosunda yapılan uluslar arası bale ve opera etkinlikleri Atatürk'ün sözlerinden yola çıkılarak yapılmaktadır. Şu günlerde, Efes Antik kentindeki Celsus kütüphanesi'ni yeniden işlevsel hale getirmek ve hizmete sokmak için gösterilen çabalar da bunlara eklenebilir. Gerçekte, çağdaş müzecilik anlayışı da bu tür girişimleri öngörmektedir. 20 Kasım 1930'da Sivas'ta Atatürk, lisedeki Sivas kongresinin yapıldığı salonu gezerken, masalardan birinin yanlış konduğuna dikkat çekmişti. Masanın, kongre esnasındaki doğru yerini göstermişti(Önder, 1975:325). Bu olay, Atatürk'ün sergilemenin aslına uygun olmasında gösterdiği özen ve dikkate işaret etmektedir. 25 Aralık 1930'da Atatürk Edirne'deki eski eserleri gezdi. Özellikle Selimiye Camii'ne Balkan Savaşı sırasında isabet eden top mermilerinin izleri ve yıkıntıları üzerine; " Bunları, onarmayınız, olduğu gibi kalsın. İnsanlığa mal olmuş bir sanat şaheserine karşı, düşmanın insafsızca saygısızca davranışı, bütün dünyaya örnek ve ibret olsun" (Önder, 1975:132) demiştir. 3 Şubat 1931 günü İzmir Müzesi'ni gezen Atatürk, müze defterine, " İzmir Asar-ı Atika Müzesi'ni gezdim. Büyük himmet ve dikkatle istifadeli bir hale getirilmiş, memnun oldum." (Önder, 1975:196) tarzında düşüncelerini ifade etmiştir. 20. 2. 1931 tarihli Konya'dan İsmet İnönü'ye çektiği telgraf, müzelere nasıl yaklaştığını da göstermektedir. Atatürk, burada eski eserlerin bilimsel korunmasında, tasnif edilmelerinde, kazı işlerinde yararlanılmak üzere arkeoloji uzmanlarına gerekliliği vurgulamıştı. Milli Eğitim Bakanlığına, yurt dışına bu konuda öğrenci gönderilmesini tavsiye etti. Bunun yanısıra, yüzyıllarca sürmüş ihmallerden dolayı harap olmuş Karatay Medresesi, Alaeddin Camii, Sahip-Ata Camii ve Türbesi, Sırçalı Mescit ve İnce Minare'nin hemen onarılmasını istemişti. 5 Şubat 1934'de Kayseri'de Hunat Hatun Medresesi'ndeki müzeyi ziyaret etti ve birkaç tarihî camiyi gezdi(Önder, 1975:227). Atatürk, 21 Mayıs 1938 günü, Viranşehir( Pompeipolis) harabelerini gezdi(Önder, 1975:282). Görülüyor ki, bir devlet kurucusu ve lider olarak Atatürk, yurt gezilerinde müzelere ve tarihî mekanlara özellikle önem vermesiyle, Türkiye'de kültür politikasının anahatlarını çizmiştir. SONUÇ Atatürk, tarih öğretiminde belgelerin, haritaların, ıraksak soruların, müzelerin ve alan gezilerinin kullanılmasının önemini bizzat görmüş ve uygulamış bir ülke ve devlet kurucusu olarak karşımıza çıkmaktadır. Atatürk, yaptıkları ile çağdaş tarih pedagojisi ile çağdaş müzecilik anlayışını entegre etmeye çalıştı. Üstelik, halkın sanat ve tarih bilinci açısından eğitimi söz olunca, tarih öğretimini ve müzeciliği iki ayrı alan gibi düşünmemiş, disiplinler arası bir çerçeve içinde birlikte işe koşulması gerektiğini kendi hayatından örneklerle göstermiştir. Atatürk'ün, o günlerde yaptığı işler, günümüz Tarih öğretmenlerine tarih dersinin sunumunu çeşitlendirme ve müzeleri işlevsel olarak kullanma konusunda ipuçları vermektedir. KAYNAKLAR Afetinan, A. (1939). "Atatürk ve Tarih Tezi". Belleten Cilt III, Ankara: TTK Yay. --------------- (1988) " Atatürk ve Tarih" Atatürkçülük II. Kitap. İstanbul: M. E. B. Basımevi, sf. 151-156. Akurgal, Ekrem (1971) " Tarih İlmi ve Atatürk" Belleten, sayı:140. Baykal, Bekir Sıtkı (1971) " Atatürk ve Tarih" Belleten, sayı:140. Egeli, Münir Hayri,(1959), Atatürk’den Bilinmeye Hatıralar, İstanbul: Ahmet Halit Yaşaroğlu Kitapcılık. Güçlü, Abbas (1996) %100 Başarı İçin Güçlü Eğitim. İstanbul: Kelebek Yay. Günaltay, Şemseddin.(1939). "Atatürk’ün Tarihçiliği ve Fahri Profesorlüğü Hakkında Bir Hatıra". Belleten cilt III, Ankara: TTK Yay. İzgi, Özkan (1987) "Atatürk'ün Tarih İlmi Hakkında Düşünceleri” Atatürk Kültür, Dil ve Tarih Yüksek Kurumu, Atatürk Araştırmaları Merkezi Dergisi. Cilt IV. Karal, E. Ziya (1988) "Atatürk'ün Türk Tarih Tezi" Atatürkçülük II. Kitap. İstanbul: M. E. B. Basımevi, sf. 157-164. Kocatürk, Utkan(1987). "Atatürk’ün Tarih Tezi". Atatürk Kültür, Dil ve Tarih Yüksek Kurumu, Atatürk Araştırmaları Merkezi Dergisi. Cilt III. Mert, Özcan (1991) " Atatürk'ün İlk Öğretmeni Şemsi Efendi", Atatürk Araştırma Merkezi Dergisi, cilt III, Mart, sayı:20. Önder, Mehmet (1975) Atatürk'ün Yurt Gezileri. Ankara: Türkiye İş Bankası Kültür Yay. Özalp, Kazım ve Teoman Özalp (1992) Atatürk’ten Anılar. Ankara: T. C. İş Bankası Kültür Yay. Polat, Hüsameddin (1949) "Atatürk, inkılâblarını Sofyada ataşemiliterken tasarlamış bulunuyordu.(Şakir Zümre’ye ait anılar)" Cumhuriyet Gazetesi, 10 Kasım, Sayı: 9069, sf. 2. Reşit Galip(1946 ) " Türkiye Büyük Millet Meclisinde Bakanlık Bütçesi Görüşülürken" " Cumhurbaşkanları, Başbakanlar ve M. Eğ. Bakanlarının Milli Eğitimle İlgili Söylev ve Demeçleri. Ankara: Milli Eğitim Basımevi, sf.117-127. Sungu, İhsan (1922) “ İlk ve Orta Öğretim Program Geliştirmesi İlişkin 17. 12. 1922 Tarihli Rapor” Eğitim Hareketleri , 1969, cilt 15, sayı:168-169, ss.8-13. Tüfekçi, Gürbüz (1983) Atatürk’ün Okuduğu Kitaplar. İstanbul: İş Bankası Yay. Türkiye İnkılap Tarihi Enstitüsü Yayımları (1945) Atatürk'ün Söylev ve Demeçleri -I (1919-1938). İstanbul: Maarif Matbaası. Ünal, Tahsin (1973). "Cumhuriyetin 50. Yılında Tarih Anlayışımız” Türk Kültürü Araştırmaları Enstitüsü, Ankara. Yücel, Hasan Âli(1946) " Türkiye Büyük Millet Meclisinde, Vakit Cetveli, kitap ve Programlar Hakkında " Cumhurbaşkanları, Başbakanlar ve M. Eğ. Bakanlarının Milli Eğitimle İlgili Söylev ve Demeçleri. Ankara: Milli Eğitim Basımevi, sf. 281-288. Kaynak: www.acikarsiv.gazi.edu.tr |
Atatürk Soyadının Alınamayacağına İlişkin Kanun
![]() Atatürk Soyadının Alınamayacağına İlişkin Kanun 2622 SAYILI KANUN 1. Kemal Öz adlı Türkiye Cumhur reisine 24.11.1934 tarih ve 2587 sayılı kanunla verilmiş olan ATATÜRK soyadı tek şahsına mahsustur, hiç kimse tarafından öz veya soyadı olarak alınamaz, kullanılamaz ve kimse tarafından hiçbir surette bir kimseye verilemez. 2. ATATÜRK adının başına ve sonuna başka söz konarak öz veya soyadı alınamaz ve kullanılamaz 3. Bu kanun hükmü 24/11/1934 tarihinde başlar. 4. Bu kanun hükmünü yerine getirmeye Dahiliye Vekili memurdur. EFENDİ BEY-PAŞA GİBİ LAKAP VE UNVANLARIN KALDIRILDIĞINA DAİR KANUN Kanun no:2500 1. Ağa, hacı, hafız, hoca,molla ,efendi, bey,beyefendi,paşa,hanım,hanımefendi ve hazretleri gibi lakap ve unvanları kaldırılmıştır. Erkek ve kadın vatandaşlar kanun karşısında ve resmi belgelerde yalnız adlar ile anılırlar. 2. Sivil rütbe ve resmi nişanlar ve madalyalar kaldırılmış ve bu nişan ve madalyonların kullanılması yasaktır. Harp madalyaları bundan müstesnadır. Türkler, yabancı devlet nişanları da taşıyamazlar. 3. Askeri rütbelerden adın başına gelmek üzere kara ve havada müşirlere mareşal, birinci ferik ve livalara amiral denir. General ve amirlerinin derecelerini gösteren unvanlarda deniş müşirleri unvanlarının ve diğer askeri rütbelerinin karşılıkları ali askeri şurası kararı İcra Vekilleri Heyetinin tasdiki ile konulur. 4. Bu kanun neşri tarihinde muteberdir. 5. Bu kanun icrasında İcra Vekilleri Heyeti memurdur. |
Atatürk Kronolojisi
![]() ![]() 1881: Selanik'te doğdu. |
4 Mayıs 2009 Pazartesi
Atatürk İlkeleri

Cumhuriyetçilik:
Cumhuriyeti adaletli bir hukuk sistemi koruyacaktı. Cumhuriyetin genç kuşakları çağ dışı kişiler tarafından değil, bağımsızlık ve hürriyetin değerini bilen öğretmenler tarafından yetiştirilecekti. İmparatorluktan kalan mantık dışı ne varsa hepsi kaldırılacak, cumhuriyetin temelini ilim oluşturacaktı.
Bilgisiz ve bilinçsiz bir halk topluluğunun ulus olma hakkına sahip olamayacağını vurgulayan Atatürk, ulusun bilinçlendiği oranda hak ve hukukuna sahip çıkacağını biliyordu. Bu nedenle eğitim ve kültüre çok önem vermiştir. O'nun, bir bakıma kültürü, cumhuriyetin temellerinden biri olarak görmesindeki neden budur.
Atatürk, cumhuriyetçilik ilkesiyle ilgili görüşlerini birçok kez dile getirmiştir:
"Türk Milleti, halk idaresi olan cumhuriyetle idare olunur." (Afet İnan-Medeni Bilgiler ve M. Kemal Atatürk'ün El Yazılan sh. 352)
"Türk Milleti'nin yaradılışına ve karakterine uygun idare, cumhuriyet idaresidir. Bu günkü Hükümetimiz doğrudan doğruya milletin kendi kendine, kendiliğinden yaptığı bir devlet teşkilatı ve hükümetidir ki, onun adı cumhuriyettir. Artık hükümet ve millet arasında geçmişteki ayrılık kalmamıştır. Yönetim halk, halk yönetim demektir." (Söylev ve Demeçler C.III. sh. 75, C. II sh. 230)
"Demokrasi prensibi, egemenliği kullanan araç ne olursa olsun, esas olarak milletin egemenliğine sahip olmasını ve sahip kalmasını gerektirir. Bizim bildiğimiz demokrasi siyasaldır. Onun hedefi, milletin idare edenler üzerindeki kontrolü sayesinde siyasal özgürlük sağlamaktır." (Afet İnan-M. Kemal Atatürk'ten Yazdıklarım, sh. 71,73)
Halkçılık, Atatürk'ün önemle üstünde durduğu bir ilkeydi. Bu önemi açıklamalardan anlıyoruz:
"Türkiye Cumhuriyeti'ni kuran Türkiye halkına Türk Milleti denir." (Afet İnan-Medeni Bilgiler ve M. Kemal Atatürk'ün El Yazıları sh. 351) "Türkiye halkı, ırkça, dince ve kültürce ortak, birbirlerine karşılıklı hürmet ve fedakârlık hisleriyle dolu, kaderleri ve menfaatleri müşterek olan sosyal bir toplumdur." (Söylev ve Demeçler C. I. sh. 221)
"Bence, bizim Milletimiz, birbirinden çok farklı çıkarları olan ve bu itibarla birbirleriyle mücadele halinde buluna gelen çeşitli sınıflara malik değildir. Mevcut sınıflar birbirinin tamamlayıcısı niteliğindedir." (Söylev ve Demeçler C.II. sh. 82)
Atatürk'e göre din, insanların vicdanlarında yer alması gereken kutsal bir kavramdır. Bu düşünceden yola çıkan Gazi 31 Ocak 1923'de şu sözleri söylüyordu:
"Bizim dinimiz en makul ve en tabii dindir. Ve ancak bundan dolayıdır ki, son din olmuştur. Bir dinin tabi olması için akla, fenne, ilme ve mantığa uyması gereklidir. Bizim dinimiz bunlara tamamen uygundur."
1.)30 Kasım 1925 tarihinde 677 sayılı Kanun ile Meclis tarikatları yasaklıyor, tekke, türbe ve zaviyeler kapatılıyordu.
Atatürk'ün laiklikle ilgili görüşlerini Söylev ve Demeçlerinden aktarıyoruz.
“Mensubu olmakla mütmain (tatmin) ve mesut bulunduğumuz İslâmiyet dinini yüzyıllardan beri alışılmış olduğu üzere bir politika aracı durumundan kurtarmak ve yüceltmenin kesin elzem olduğu gerçeğini gözlüyoruz. Kutsal ve tanrısal olan inanç ve vicdâni kanaatlanmızı, karışık ve dönek olan her türlü çıkar ve tutkusuna sahne olan politikacılardan ve politikanın bütün organlarından bir an evvel ve kesinlikle kurtarmak, milletin dünyevî ve uhrevî (ahretle ilgili) saadetinin emrettiği bir zorunluktur." (Söylev ve Demeçler C. I. sh. 330)
“Din lüzumlu bir müessesedir. Dinsiz biri milletin devamına imkân yoktur. Yalnız şurası var ki, din, Allah ile kul arasındaki bağlılıktır. Softa sınıfının din simsarlığına müsaade edilmemelidir. Dinden maddî menfaat temin edenler, iğrenç kimselerdir. İşte biz bu duruma karşıyız ve buna müsaade etmiyoruz." (Kılıç Ali-Alatürk'ün Hususiyetleri, sh. 116)
Devrimcilik:
Atatürk, Büyük Söylevinin sonunda:
"Bu açıklamalarımla ulusal yaşamı sona ermiş varsayılan büyük bir ulusun bağımsızlığını nasıl kazandığını ve bilim ve tekniğin en son esaslarına dayalı ulusal ve çağdaş bir devleti nasıl kurduğunu anlatmaya çalıştım," diyerek çağdaş devlet kavramıyla devrimcilik ilkesinin şaşmaz işaretini veriyordu.
Çağdaş devlet kuran bir ulusun, çağ dışı niteliklerden kurtulması gerekirdi. İşte, Türk ulusunun, çağdışı niteliklerden kurtulmak, çağdaşlaşmak için giriştiği atılımların tümü devrimcilik ilkesinin kapsamı içine girer.
Devrimcilik, Atatürk İlkelerinin hemen hemen tümüyle birleşir. Bütün bu ilkelerin ya neden ya sonuç olarak devrimcilikle sıkı bir ilintisi vardır. Bu bakımdan devrimcilik, Atatürk İlkelerinin tümünü gerçekleştirmeye, korumaya ve yaşatmaya kesin kararlılıktır. Devrimleriyle yolumuzu aydınlatan Atatürk'ün bu konudaki görüşleri şöyle:
"Yaptığımız ve yapmakta olduğumuz inkılâpların gayesi Türkiye Cumhuriyeti halkını tamamen modern ve bütün anlam ve biçimi ile uygar bir toplum haline getirmektir. İnkılâbımızın asıl hedefi budur. Bu gerçeği kabul etmeyen zihniyetleri darmadağın etmek zorunludur. Şimdiye kadar milletin beynini paslandıran, uyuşturan ve bu zihniyette bulunanlar olmuştur. Herhalde zihniyetlerde mevcut hurafeler tamamıyla kovulacaktır. Onlar çıkarılmadıkça beyinlere gerçeğin ışıklarını sokmak imkânsızdır." (Söylev ve Demeçler C. II. sh. 69)
"... Mes'ut inkılâbımızın aleyhinde düşünce ve duygu taşıyanları aydınlatıp, doğru yolu göstermek, aydınlara düşen millî görevlerin en önemlisi ve birincisidir." (Söylev ve Demeçler C. II. sh. 69) "
"...Memleket davalarının ideolojisini, inkılâplarımız yönünden anlayacak, anlatacak, nesilden nesile yaşatacak kişi ve kurumları yaratmak lâzımdır." (Söylev ve Demeçler C. I. sh. 386)
Milliyetçilik:
Zaten bugün, Atatürk İlkeleri arasında yer alan milliyetçilik, çağdaş anlamıyla; siyasetin ekonominin ve kültürün içinde yerini almıştır.
"Türk milliyetçiliği, bütün çağdaş milletlerle bir ahenkte yürümekle beraber, Türk toplumunun özel karakterini ve başlı başına bağımsız kimliğini korumayı esas sayar. Bu nedenle millî olmayan akımların memlekete girmesini ve yayılmasını isteriz." (Ş. Süreyya Aydemir-Tek Adam C. III. sh. 450)
"Biz doğrudan doğruya milliyetperveriz, Türk milliyetçi siyiz. Cumhuriyetimizin dayanağı Türk topluluğudur. Bu toplumun fertleri ne kadar Türk kültürü ile dolu olursa o topluma dayanan cumhuriyet de o kadar kuvvetli olur." (Afet İnan-M. Kemal Atatürk'ten Yazdıklarım sh. 88)
"Diyarbakırlı, Vanlı, Erzurumlu, Trabzonlu, İstanbullu, Trakyalı ve Makedonyalı, hep bir milletin evlatları, hep aynı cevherin damarlarıdır." (M. Kemal Kop-Atatürk Diyarbakır'da sh. 4)
Devletçilik:
Atatürk, devletçiliği şöyle açıklar:
"Bizim takip ettiğimiz devletçilik, bireysel çalışmayı ve gayreti esas tutmakla beraber, mümkün olduğu kadar az zaman içinde milleti refaha ve memleketi bayındırlaştırabilmek için, milletin genel ve yüksek çıkarlarının gerektirdiği işlerde özellikle ekonomik sahada devleti fiilen ilgili kılmak mümkün esaslarımızdandır."
Devletçilikle ilgili dile getirdiği diğer ifadeler ise şöyledir:
"Bizim izlemeyi uygun gördüğümüz devletçilik prensibi bütün üretim ve dağıtım araçlarını fertlerden alarak milleti büsbütün başka esaslar içinde düzenlemek amacını güden, özel ve kişisel ekonomik teşebbüse ve faaliyete meydan bırakmayan sosyalizm prensibine dayalı kolektivizm, komünizm gibi bir sistem değildir. Özet olarak bizim güttüğümüz "devletçilik" ferdi çalışma ve faaliyeti esas tutmakla beraber, mümkün olduğu kadar az zaman içinde milleti refaha, memleketi bayındırlığa eriştirmek için, milletin genel ve yüksek menfaatlerinin gerektirdiği işlerde özellikle ekonomik alanda, devleti fiilen ilgilendirmektir."
“… Devletin siyasal ve düşünsel hususlarda olduğu gibi bazı iktisadi işlerde de düzenleyici rolü prensip olarak kabul edilmelidir. Buradaki güçlük; devlet ile ferdin karşılıklı faaliyet alanlarını ayırmaktır. Devletin faaliyet sınırını çizmek ve dayanacağı kuralları tespit etmek, diğer yandan da vatandaşın ferdi teşebbüs ve faaliyet özgürlüğünü kısıtlamak, devleti yönetmekle yetkili kılınanların düşünüp tayin etmesi gereken bir meseledir. Prensip olarak devlet, ferdin yerine geçmemelidir. Fakat, ferdin gelişmesi için genel şartları göz önünde bulundurmalıdır. Bir de ferdin kişisel faaliyeti, ekonomik gelişmenin esas kaynağı olarak kalmalıdır. Fertlerin gelişmesine engel olmamak, onların her bakımdan olduğu gibi özellikle ekonomik alandaki özgürlük ve teşebbüsleri önünde, devletin kendi faaliyeti ile bir engel vücuda getirmemesi, demokrasi prensibinin önemli esasıdır. O halde diyebiliriz ki, ferdî teşebbüs gelişmesinin bir engel karşısında kalmaya başladığı nokta, devlet faaliyetinin sınırını teşkil eder. Bu bakımdan genellikle belli zaman ve alanda sürekli bir özel nitelik gösteren ekonomik bir işi, devlet üzerine alabilir." (Afet İnan-M. Kemal Atatürk'ten Yazdıklarım, sh. 66, 67)
Atatürk Devrimleri

Atatürk askeri bir dahi ve karizmatik bir lider olduğu gibi, aynı zamanda büyük bir devrimciydi. O dönemlerde, Türkiye Cumhuriyetinin çağdaş medeniyetler seviyesine ulaşabilmesi ve kültürel açıdan gelişmiş toplumların aktif bir üyesi olabilmesi için, modernize edilmesi çok önemli idi. Mustafa Kemal ülkesindeki yaşamı modernize etmiştir. Atatürk 1924 ile 1938 yılları arasında, insanlarının kurtuluşları ve hayatta kalabilmeleri için yaşamsal öneme sahip olan devrimleri hayata geçirmiştir. Tüm bu devrimler, Türk halkı tarafından büyük bir coşku ile karşılanmıştı.
Harf Devrimi
Atatürk'ün gerçekleştirmiş olduğu en önemli devrimlerden birisi, Arap alfabesinin kaldırılması ve Latin alfabesinin kabul edilmesi olmuştur. 3 Kasım 1928 tarihinde, yeni Türk Alfabesi kabul edilmiştir.
Kıyafet Devrimi
Kıyafet devrimi ile birlikte, kadınlar çarşaf giymekten vazgeçerek, modern kadın elbiseleri giymeye başladılar. Erkekler ise fes yerine şapka giymeye başladılar.
Hukuk Sisteminin Laikleştirilmesi
1920 yılında kurulmuş olan yeni Türkiye Devletinin yeni bir hukuk sistemine ihtiyacı vardı. Atatürk, Şeriat Kanununun yerine İsviçre Medeni Kanununu getirmiş, o dönemde geçerli olan ceza yasasının yerine ise İtalyan Ceza Yasasını getirmiştir. Türk Hukuk Sistemi ise tüm çağdaş gereksinimler Çerçevesinde modernize edilmiştir.
Öğrenimin Laikleştirilmesi
19. Yüzyıl başlarına dek, Osmanlı İmparatorluğu bünyesinde çeşitli eğitim sistemleri uygulanmaktaydı. Atatürk İslami eğitim veren medrese sisteminin yeni toplumun ihtiyaçlarına cevap veremeyeceğini gördü. Bu nedenle, batı modellerine benzeyen yeni bir eğitim sisteminin oluşturulması gerekliydi. Böylece, mevcut sistem değiştirilerek 1933 yılında bir üniversite reformu gerçekleştirilmiştir.
Kadınlara Sağlanan Medeni Haklar
Atatürk Devrimleri ile birlikte, yüzyıllar boyunca ihmal edilmiş olan Türk kadınına yeni haklar tanınmıştır. Böylece kabul edilmiş olan medeni kanun gereğince bundan böyle kadınlar da erkeklere tanınan haklara sahip olacaklar, resmi görevlere atanabilecekler, oy verme ve Millet Meclisine seçilebilme hakkına sahip olabileceklerdir. Tek eşlilik ilkesi ve kadınlara tanınan eşit haklar, Türk toplumuna bir canlılık kazandırmıştır.
Atatürk'ün Türk Tarihi ile ilgili Çalışmaları
Kültürel alanda bir tür milliyetçilik anlamındaki yazı devrimi sonrasında, Atatürk tarih konusuna ağırlık verdi ve 1931 yılında Türk Tarih Kurumunu kurdu. Burada, Türkiye Tarihi kapsamlı bir şekilde incelenmekte ve değerlendirilmektedir. Bunların dışında, Yeni Takvim, Ağırlıklar ve Ölçüler, Tatiller ve Soyadı Kanunu gibi diğer birçok devrimler de gerçekleştirilmiştir. Bu konudaki bazı örnekler arasında 1924 Hafta sonu Yasası, 1925 Uluslararası Zaman ve Takvim Sistemi, 1926 Borçlar Kanunu ve Ticaret Kanunu, 1933 Ölçü Sistemleri ve 1934 Soyadı Yasası sayılabilir. 1932 yılında Büyük Millet Meclisi tarafından kabul edilen yasa gereğince Türkler soyadı aldılar ve Milletin liderine de "Türklerin Babası" anlamına gelen Atatürk soyadı verildi.
Ata'nın Naaşı (Yeni)


Ata'nın Naaşı


• OSMAN ERSOY: "Sağlığında görmemiştim Atatürk'ü... Korkunç heyecanlıydım. Biz çalışanlar, asistanlar, memurlar sıra ile katafalka çıktık. Oldukça sararmış ve küçülmüş bir çehre... 1 - 2 günlük sakalı vardı. Kasları fevkalade iyi şekilde fark ediliyordu." Gözleri aralıktı
• HALİDE İNTEPE: "Tabut kapanmadan en son gittim baktım. Bası yana doğru eğikti. Yüzü hiç bozulmamıştı. Azıcık sakalları çıkmıştı. Hani insan hasret giderek ölürse, gözleri aralık kalırmış ya, öyle aralıktı gözleri... Ama bir ölü yüzü yoktu. Uyuyor gibiydi."
ALINTIDIR







Anılarla Atatürk


HAPI YUTARDI
Atatürk Galatasaray Lisesi'nde öğrencilerden birine sordu:
-Nil olmasaydı, Mısır ne olurdu?
Öğrenci,çabuk yanıt vermek için boş bulunup:
-Hapı yutardı...dedi.
Bu yanıt Atatürk'ün hoşuna gitti.Öğrenciye on numara verdi.
YURDUMUN TOPRAĞI TEMİZDİR
Kral Edvard İstanbul'a geldiği zaman,yatından bir motora binerek Dolmabahçe Sarayına yanaştı.
Atatürk rıhtımda onu bekliyordu.Deniz dalgalıydı.Kralın bindiği motor,inip çıkıyordu.
İmparator rıhtıma çıkmak istediği bir sırada,eli yere değerek tozlandı.
O sırada Atatürk elini uzatmış bulunuyordu.
Bunu gören Kral bir mendille elini silmek istediği zaman Atatürk:
-Yurdumun toprağı temizdir,o elinizi kirletmez,diyerek Kralı elinden tutup rıhtıma çıkardı.
DEVRİM BİR ANDA OLUR YA DA OLMAZ
Atatürk yazı devrimini gerçekleştirmişti.
Yaşlı,genç,kadın,erkek tüm yurttaşlar yeni harfleri öğrenmek için gece gündüz kurslara gidiyorlardı.
Devrimi izleyen iki yıl içinde bir buçuk milyon vatandaş okur yazar olmuştu.
yazı devriminin en dikkate değer yanı,Atatürk'ün bu devrimin yerleşmesinde en ufak bir ihmali bile kabul etmemiş olmasıdır.
Örneğin bazı kimseler kendisine:
-Paşam,ilkokulların ilk sınıflarından itibaren yeni harflerle öğretime başlayalım.
O kuşakla birlikte ortaokulu,liseyi ve üniversiteyi izletelim,diyorlardı.
Atatürk bu görüş ve düşüncelerin hiçbirisine yanaşmadı. -Devrim ya bir anda olur,yada hiç olmaz,dedi.
YAPACAKLARIMDAN SÖZ EDİN
Bir soruşturma dolayısıyla,Atatürk'ün başardığı işlerden Vasıf Çınar söz açmıştı.
Kendisine Sordu:
-Sizin en büyük eseriniz hangisidir?
Atatürk'ün kısa cevabı şu olmuştu:
-Benim yaptığım işler,biri ötekine bağlı gerekli olan işlerdir.Fakat,bana yaptıklarımdan değil,
Yapacaklarımdan söz edin.
BAŞÖĞRETMEN ATATÜRK
Yazı devriminden sonra(1928),Atatürk'ün kara tahta başındaki resmi görülünce,O'na "başöğretmen" denilmeye başlanmıştı.
Aslında,adlandırmada geç kalınmıştı.
Kurtuluş Savaşı'ndan hemen sonra,bir İstanbul gazetecisi kendisine şöyle bir soru yöneltmişti:
-Yurdu kurtardınız.Şimdi ne yapmak istrerdiniz?
Hiç duraklamadan şu cevabı vermişti:
-Milli Eğitim Bakanı olarak Türk Kültürünü Yükseltmeye çalışmak,en büyük amacımdır.
Ondan sonra Atatürk nerede görünse,mutlaka orada bir okula girer,öğretmen ve öğrencilerle konuşurdu.
Birgün Atatürk'ün yolu köy okuluna düştü.Tek sınıflı okulda bir genç öğretmen ders veriyordu.
Atatürk sınıfa girince,öğretmen kürsüsünü terk etti.
Atatürk:
-Hayır,yerinizde oturunuz ve dersinize devam ediniz,dedi.Eğer izin verirseniz,bizde sizden faydalanmak isteriz.Sınıfa girdiği zaman,Cumhurbaşkanı bile öğretmenden sonra gelir.
10 Kasım Şiirleri
10 Kasım Şiirleri
10 Kasım
Yıl otuz sekiz On Kasım Perşembe
Hatırdan çıkmayacak bir sonbahar.
Sarsılıyor İstanbul yedi tepe,
Yaman esmiş Dolmabahçe'de rüzgar.
Gerçek olamaz, olsa olsa bir düş,
Dokuzu beş geçe Atatürk ölmüş.
Böyle toptan bir yas nerede görülmüş,
Beraber ağlıyoruz kurtlar, kuşlar.
Bu memlekete en çok hizmet eden,
Bu aşk ile dağlara gücü yeten,
On sekiz milyonun omzunda giden
Atam, Ankara sırtlarında yatar.
10 Kasım
Bir bulut inmiş, beyaz,
Karlı dağlar başına.
Her 10 Kasım sabahı,
Bir ateş düşer, döşüme.
Nerdesin, ey Ata'm nerede?
Sensiz millet, öksüz burada.
Sanat, ilim, fen seninle.
Sevinen, gülen seninle.
Olmak isterdik inan,
Ebediyen seninle.
Dağların, ak başı kar mıdır?
Kuşlar, Ata'mdan haber, var mıdır?
Yarım bıraktığın işler,
Bugün, sanki seni bekler.
Zengin millet hayalin,
Acep, neden emekler?
Sen gelmiyorsan, bir haber gönder.
Kim içimizdeki, Atatürk gibi önder?
10 KASIM
Ben hiç 10 Kasım'a
“Günaydın” demem ki
Ben sensiz 23 Nisan'a
Hoş geldin diyemem ki
Seni özlesek bile
Elden ne gelir ki
Bir daha senin gibi
Gelecek mi ne belli
Bak 10 Kasım yine geldi
Gözlerde yaşlar tükendi
Aradan 78 yıl geçse bile
Senin hatıran hiç bitmedi
Sabahlar her zaman güzeldir
Seni hatırlatmadıkça
Günaydın denir ama
10 Kasım olmayınca
10 Kasım 1952
Sabahlar, her zaman güzel değildir,
Her zaman ayrılık akşamla gelmez.
Al atlar sırtında hoyrattır fecir,
Hoyrattır, ne kalbler kırmıştır, bilmez.
Sabahlar her zaman güzel değildir.
Vakti, bir yerinden bölünce şafak
İri ve rüyalı gözlerle müphem;
Nur olmuş içimde sanırım ak pak
Ayrı bir mânada korktuğum adem,
Eski düşüncemde,rahat ve uzak.
Fethe çıkmış gibi duyarım birden
Eşsiz gururunu bir cihangirin.
Ufuklar üstünde yüzen tekbirden
Vatanca büyümüş asil ve derin
Bir matem tütmekte şimdi fecirden
10 Kasım Türküsü
Atatürk! Anıtkabir devrimlerini söyler
Bozkır ovalarına, Erciyes'e, Ağrı'ya
Ulusun egemen olduğunu
Özgür olduğunu
Haykıracağım haykıracağım işte
Senin sustuğunca!
Yolunda yürüyeceğim Atatürk;
Ana baba oğul kız
Dere tepe bucak köy
Yeryüzü yaşamalarımla değil
Oralarda, senin gittiğince!
Atatürk, taşıyacağım
Çanakkale'de, Sakarya'da, Çankaya'da, al al
Senin taşıdığını;
Yurdun gök ülküsü
Dalgalanırken
Senin bayrağını yücelteceğim.
Senin çıktığınca.
Fazıl Hüsnü Dağlarca
Ağlayalım Atatürk'e
Ağlayalım Atatürk'e
Bütün dünya kan ağladı
Süleyman olmuştu mülke
Geldi ecel, can ağladı
Doğu batı cenup şimal
Aman tanrı bu nasıl hal
Atatürk'e erdi zeval
Memur mebusan ağladı
Atatürk'ün eserleri
Söyleyecek bundan geri
Bütün dünyanın her yeri
Ah çekti, vatan ağladı
Fabrikalar icat etti
Atalığın ispat etti
Varlığın Türke terketti
Döndü çarh devran ağladı
Bu ne kuvvet, bu ne kudret
Var idi bunda bir hikmet
Bütün Türkler İnön'İsmet
Gözlerimiz kan ağladı
Tren hattı tayyareler
Tükler giydi hep kareler
Semerkantla Buharalar
İşitti her yan ağladı
Siz sağ olun Türk gençleri
Çalışanlar kalmaz geri
Mareşalin askerleri
Ordular tümen ağladı
Zannetme ağlayan gülmez
Aslan yatağı boş kalmaz
Yalnız gidenler gelmez
Her gelen insan ağladı
Uzatma Veysel bu sözü
Dayanmaz herkesin özü
Koruyalım yurdumuzu
Dost değil, düşman ağladı
Aşık Veysel
Ah Bu 10 Kasımlar
On kasım geldiğinde
Yerler gökler üşüyor
Öyle soğuk ki zinde
Yeşil yaprak düşüyor
Her gün Kocatepeden
Yola çıkar Atatürk
En yüce mertebeden
Bize bakar Atatürk
Atatürk
Bugün 10 Kasım anne.
En içli yasım anne.
Benim senin babamın,
Kardeşimin, ablamın.
Sevgili milletimin
Sevgili vatanımın,
içinden sesi anne.
En büyük yası anne
ATATÜRK bugün öldü
Gül benzin bugün soldu.
Yeni bir ülkü oldu,
Gönüllerimize doldu.
Atatürk Acısı
Ben
Her on kasım sabahı
Bir çıra gibi
Yanar tutuşurum
Gözbebeklerimde
Taşıl ve soğuk çağlar yansır
Ben
Her on kasım sabahı
Atatürk'ü yaşarım Atatürk'çe
Anadolu sokaklarına vuran günışığını
İliklerime dek duyarım
Umutlarımı alırım
Yoz ve bağnaz kavramlardan
Köksüz ve bilinçsiz ilkeler
Yankımaz yapıtlarımda
Ve akar gelir usuma Anadolu dağlarından
Işıl ışıl gürül gürül bir su
Ben
Her on kasım sabahı
Toprağı, göğü ve denizleri
Anadolu dağlarından seyrederim
Atatürk acısı
Yüreğime dek oturmuştur evrence
Siz büyük ölüler
Biz öldükten sora da yaşayacaksınız
Şahinkaya Dil
Atatürk Ölmedi
Yıl 1918
Düşmanlar Topraklarımızı
Elimizden Alıyor
Atatürk Buna İzin Vermedi
Ordusuyla Savaşa Girdi
Zaferlerle Geldik Bu Güne
Atatürk ün Sayesinde
Topraklarımız Simdi Bizim Elimizde
Atatürk ün Sayesinde
Yıl 1938
Atatürk Olum Döşeğinde...
O Artık Oluyordu
Bizim Gözlerimiz Önünde
Herkes Ağlıyordu O Gün
Atatürk Öldü Diyordu
Atatürk Ölmedi
Kalbimizde Yasıyordu!!!
Atatürk Yaşıyor Baba
On kasımda üzgündü
bulut buluttu gözleri
“100’den çok fazla olacaktı
yaşı “dedi canım babam
“eğer yaşasaydı o büyük adam! ”
“Üzülme,” dedim ona
“Ben üzülüyor muyum bak! ”
Nedenini açıkladım sonra:
Diyor ki öğretmenimiz:
“Yaşayıp göçmüş insanların
İsimlerinin sonunda
İki sayı görürsünüz…
İlki doğduğu yılı gösterir
Öldüğü yılı gösterir sonraki.
İngilterenin Ana Kraliçesi
Elizabeth (1558-1603)
Gibi örneğin
eğer ölmemiş olsaydı, adının
sonuna yıl yazılmazdı kadının.
Atatürk’ünküne bakalım bir de
Baştaki yıl var sondaki yok
(1881 - ……..)
demek ki o ölmedi
hâlâ Kocatepe’de
dağları aşıyor baba
denizlere ulaşıyor
Atatürk yaşıyor baba!
Fevzi Günenç
Atatürk'e Ağıt
Edirne'den Ardahan'a kadar
Bir toprak uzanır
Boz kanatlı üveyikler üstünde uçar
Ardahan'dan Edirne'ye
Edirne'den Ardahan'a kadar
Kopdağı'nda akar bir çeşme var
Serçe parmak kalınlığında suyu
Haram etmiş gece gündüz uykuyu
Akar da akar
Samsun'un evleri denize bakar
Sokakları yosun içinde
Çaparlar, takalar, manavlar
Bilyalar gibi suyun yüzünde
Bir iner bir kalkar
İstanbul'da bir yâr sevdim
İnsanı günaha sokar
Savaştepe köprüsünden geçen tirenler
Sel olur İzmir'e akar
İzmir'in denizi kız, kızı deniz
Sokakları hem kız hem deniz kokar
Güneyde mis kokulu bir ağaç
Yuvarlak yaprakları ince
Yaz gelip de güneş vurunca
Dallarından bal akar
Bu toprak bizim yurdumuzdur
Deli gönül yücesine çıkar
Bir üveyik olur uçar gider
Ardahan'da Edirne'ye
Edirne'den Ardahan'a kadar
Cahit Kulebi
Atatürk'ü Yitirmedik
Yıllar
Üst üste katlandıkça
Acımasız uzadıkça
Çelik mavisi gözlerinde
Her geçen gün
Işığını çoğalttıkça
Güzel vatanımızı
Kurtardığın anıldıkça
Seni yitirmedik ki
Dün olduğu gibi
Bugün de aramızdasın her an
Buna inan Ata'm
Yüzyıllar da geçse aradan
Sen her zaman anılan
Kutsal bir kahramansın.
Süleyman APAYDIN
Gidiyor
Gidiyor, rastgelemez bir daha tarih eşine
Gidiyor, on yedi milyon kişi takmış peşine
Gidiyor, sonsuz olan kudreti sığmaz akla
Gidiyor, göğsünü çepeçevre saran bayrakla
Gidiyor, izleri üstün birikmiş yaşlar
Gidiyor, yerde kılıçlarla eğilmiş başlar
Gidiyor, harbin o en korkulu aslan yelesi
Gidiyor, sulhun ufuklarda yanan meş’alesi
Yine bir devr açacakmış gibi en başta O var
Hıçkıran seste O var, sessiz akan yaşta O var
Siliyor ruhunun ulviliği fani etini
Çiziyor ufka batan bir güneşin heybetini
Büyüyor, gökten inip toprağa yaklaştıkça
Büyüyor gitgide gözlerden uzaklaştıkça
Orhan Seyfi Orhon
On Kasım'larda Yürümek
Atatürk'üm işte 10 Kasım yine
Dalgalanır ağaçlarla oğullar
Dalgalanır oğullarla nineler
Dalgalanır ninelerle genç kızlar
Özlemin ta yüreğime işlemiş
Seni bulmak, seni görmek için ben
Bütün toprakaltıyla barışacağım
Ereceğim sana usta, barışta, başarıda
Öyle
Güçlüsün ki
Güçleneceğim
Öyle yücesin ki, yüceleceğim
Düşüne düşüne seni kocaman kocaman
Dağlara, dağlara karışacağım
Ozan mıyım, ordu muyum, su muyum anlaşılmaz
Çağlar upuzun allığı yüreğimde ülkünün
Sanki bayrak bir kalemdir, sanki gökler bir kağıt
Sanki ellerim gece
Sanki ellerim gündüz
Yazacağım seni daha, bir daha
Ben senin ölümünle yarışacağım
Fazıl Hüsnü Dağlarca
Atatürk Özel Köşesi

Atatürk Özel Köşesi
Çok çok uzun bir yazı ama sabırla okursanız her cümlenin okunmaya değer olduğunu göreceksiniz.Ve gözyaşlarınızı tutamadığınız da olucaktır..
Hepimizin bildiği gibi Mustafa Kemal ATATÜRK dünya döneminin liderleri içerisinden 21 nci yüzyıla geçebilen tek liderdir. Üstelik diğer liderler kendi halkları tarafından yok edilmemin acısını yaşamışken, o hala halkının ve dünyanın nabzında en büyük canlılığıyla, sevgisiyle, saygısıyla hala yaşayabilen dünyadaki tek lider.
Önemli olanda sanırım, yaşarken ölmek değil, öldükten sonra da bu kadar uzun süre canlı kalabilmeyi başarmak değil midir?
ATATÜRK’ü biz hep tarihe mal olmuş yönleriyle tanıdık: Asker ATATÜRK ya da devlet adamı ATATÜRK olarak.
Bu verdiğim örnek dünyada tek olan örnektir. Zaten herhalde bir başkasına da rastlamamız mümkün değil. En büyük düşmanı; hani şu ordularını denize döktüğü düşmanı, Yunan başkomutanı Trikopis. Hiçbir zorlama olmadan, hiçbir baskı olmadan her Cumhuriyet bayramı Atina’daki Türk büyükelçiliğine gidiyor Trikopis, ATATÜRK’ün resminin önüne geçiyor ve saygı duruşunda bulunuyor. Böyle bir saygıyı en büyük düşmanında uyandırabilen bir Mustafa Kemal.
Yıl 1938, General McArthur’un en zor, en problemli, en buhranlı dönemi. Birden çok sıkılır ve yanında duran yüzyirmiden fazla kişiye döner ve aynen şöyle der:
“Şu anda hiçbirinizi değil, büyük istidadı ile Mustafa Kemal’i görmek için neler vermezdim” dedirten o büyük özlemi ve onu oluşturabilen Mustafa Kemal’i.
Yada, yıl 1938. Bir İran’lı şair bir Tahran gazetesine ölümü üzerine bir şiir yazar. İşte o şiirin iki mısrasını sizlerle paylaşmak istiyorum. Diyorki;
“Allah bir ülkeye yardım etmek isterse onun elinden tutmak isterse başına Mustafa Kemal gibi lider getirir.” dizelerindeki bu kıskançlığı oluşturabilen Mustafa Kemal.
Yıl 1976, UNESCO üyelerine bir öneriyle gelir. Öneri paketindeki bir cümleyi sizlere okumak istiyorum. Diyorki ”Bu gün UNESCO’nun üzerinde çalıştığı bütün projelerin isim babası Mustafa Kemal’dir.” Öneri nedir ? Öneri ise onun doğumunun yüzüncü yılında, 152 üyesi vardı UNESCO’nun 152 ülkenin devletleri aynı anda kutlasın önerisidir. Birden İsveç delegesi ayağa kalkar ve şöyle söyler:
“Ne yani dünyada bu kadar devlet adamı var hepsinin doğum gününü böyle kutlayacak mıyız?” şeklindeki kinayeli sözlerine, Rus delegesi ayağa fırlar yumruğunu masaya vurur ve 152 ülkenin delegelerine aynen şöyle söyler;
”Genç delege arkadaşım hatırlatmak isterimki ATATÜRK öyle dünyadaki herhangi bir lider değildir, bırakın onu bir yıl anmayı her ülke her problemimizde çare olarak aramalıyız” sözlerini döktürtebilen bir Mustafa Kemal. Sonra nemi olur? UNESCO tarihinde ilk ve tekdir hiç negatif oy yok, hiç çekimser oy yok 152 ülke şu metne imza atar; hani İsveç delegesi demişti ya “ne yani” diye. O İsveç delegesi bu imzanın atıldığı gün mikrofona gelir ve aynen şunları söyler;
”Ben ATATÜRK’ü inceledim bütün ülkelerden özür diliyor ilk imzayı ben atıyorum” diyecektir.
İşte o muhteşem belge diyorki;
“ ATATÜRK KİMDİR; ATATÜRK ULULARARASI ANLAYIŞ, İŞBİRLİĞİ, BARIŞ YOLUNDA ÇABA GÖSTERMİŞ ÜSTÜN KİŞİ, OLAĞANÜSTÜ DEVRİMLER GERÇEKLEŞTİRMİŞ BİR İNKİLAPÇI, SÖMÜRGECİLİK VE YAYILMACILIĞA KARŞI SAVAŞAN İLK ÖNDER, İNSAN HAKLARINA SAYGILI, DÜNYA BARIŞININ ÖNCÜSÜ, BÜTÜN YAŞAMI BOYUNCA İNSANLAR ARASINDA RENK, DİL, DİN, IRK AYIRIMI GÖSTERMEYEN, EŞİ OLMAYAN DEVLET ADAMI, TÜRKİYE CUMHURİYETİNİN KURUCUSU”
Var mı böyle bir metin! Bir filozof derki “bir ülke için kıstas aradığınız zaman o ülkenin en büyük liderini gözden geçirin” şu anda kıstas arayan ülkelere sanıyorum bundan daha iyi bir metin gösteremeyiz. İşte bu metin 152 ülke tarafından imzalanmıştır. Eşi olmayan devlet adamı metni. Peki daha sonra ne olmuştur; 151 ülkede hemen hemen bir yıl boyunca her yerde bu metni görebiliriz, soruyorsunuz bana o bir ülke kim? İşte o ülkenin adını vermeye benim dilim maalesef varmıyor.
Hadi gelin Haiti’ye gidelim. Yıl 1996, Haiti Cumhurbaşkanı ölür. Bir vasiyet bırakmıştır. Haiti’ye baktım haritada bir kutup kadar uzak ülke. Haiti Cumhurbaşkanı 1996 da öldüğünde vasiyeti açılır. Vasiyetinde mezar taşına yazılması için bir metin bırakmıştır. Haiti Cumhurbaşkanının bugün mezar taşında yazan hitabeyi sizlere okumak istiyorum. Diyorki “Bütün ömrüm boyunca Türkiye’nin lideri Mustafa Kemal ATATÜRK’ü anlamış ve uygulamış olmaktan dolayı mutlu öldüm”
Peki yıllar bir şey değiştirir mi? Hayır. 2000 yılında bizim medyanın kaçırdığı bir bilgi var, ABD Başkanı milenyum mesajını veriyor. Mesajın bir yerinde aynen şunları söyler; “Bugün milenyumun hiç şüphe yoktur ki tek devlet adamı Mustafa Kemal ATATÜRK’tür. Çünkü o yılın değil asrın lideri olabilmeyi başarmış tek liderdir.” 2000 de ABD Başkanına işte bu gerçeği de ifade ettirebilen bir Mustafa Kemal var. Asker Mustafa Kemal’in, Devlet adamı Mustafa Kemal’in çok dışında bir Mustafa Kemal.